Sembolizm, Romantizm ve Empresyonizmin ardından 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Sembolistler, Baudelaire, Verlaine, Mallerme ve Yeats gibi şairlerden etkilenmişlerdir. Empresyonist resimlerin aydınlık ve neşe içindeki kompozisyonlarında geçicilik duygusu bir melankoli yaratsa da onlar için önemli olan gözün gücü, mekan ve ışıktır. Amaçlanan figürler ve manzaralar üzerinde ışığın etkileridir. Açık havada yapılan resimlerde aydınlık ve ışıklı olmalarında ilk algılanan neşedir. Sembolizmde ruhun duyguları yaratan nesnelerle kaynaşması sonucu oluşan simgesel anlatım önemlidir. Pierre Louys simgeyi simgeleyen şeyin içinde bir gerçeğin gizlendiğini ama bu gerçeğin açığa vurulmaması gerektiğini söyler. Simgede bir giz söz konusudur. Sembolist sanatçı nesnenin gizini ve doğanın ruhunu sembollerle, çağrışımlarla yansıtmak amacındaydı. Sembolistler varlıkların iç dünyalarına yoğunlaşmışlardır. Sembolizmin belirleyici nitelikleri tinsellik ve melankolidir. Ayrıca düşler, hayaller, yalnızlık, düşünce, gerçek dışı ve gizem de önemlidir. Topluma karşı ve uyumsuz olan sembolist sanatçıların her birinde özgün bir kişilik vardır. Bireysel çıkışlar görülür. Her sanatçının özel bir yazgısı vardır.
Sembolizmin ilk evresine gelebilecek olan Charles Baudelaire bu bireysel sanatçılardan biridir. Sembolist sanatçılar üzerinde etkisi büyüktür. 'Kırk Kötülük Çiçeği' adı altında topladığı şiirlerinde simgesellik göze çarpar. Albatros şiirinde albatros şairi simgeler. Çağrışımlarla şiirini oluşturur. Kendini sürgünde gibi hisseder. Hep başka bir yerin özlemi ve arayışı içindedir. Çocukluğundan beri yalnızlık duygusu yakasını bırakmamış ve yazgısı olmuştur. Herkesten farklı olduğunu duyumsamıştır. 'Herkesin tersine ve herkese karşı vardım kendi varlığımın bilincine'. Her zaman kendi özelliğini ve varlığını aramış ve kendi içine dalmıştır. Başkaları için gereksiz kendi içinde tehlikeli olduğuna inandığı için sık sık intiharı düşünmüştür. Ancak yararlı biri olmayı da yadsır ve iğrenç bulur. Kendisinin hep uçurum duygusu içinde olduğunu ifade etmiştir. Sartre onun bu melankolik durumunu şöyle açıklar: Ta kalbinin derinliklerine dek gören kendini, kimseyle kıyaslanamaz, kimseyle kaynaşmaz, yaratılmamış, saçma, gereksiz, tam bir yalnızlık içine bırakılmış kendi yükünü tek başına taşıyan, tek başına varlığını doğrulamaya mahkum edilmiş ve durmadan kendi ellerinden kaçan, kayan, kendi içini gözleyen ama aynı zamanda kendi dışında sonsuz bir kovalamacaya atılmış dipsiz, duvarsız ve karanlıksız bir uçurum, ışıklar içinde bir giz, önceden görülemeyen gene de pek iyi bilinen.
Yoğun bir tinsel yaşamı olan Baudelaire, pişmanlıkları ve suçluluk duyguları altında ezilir. Yararlı olanı değil varolmayanın peşindedir. Ruhunu garip bulur ve orada kendi kendini tanıyamadığını ifade eder. Çevresinde tiksinti uyandırmaya çalışmış, insanları kendisinden uzak tutmuştur böylece yalnız kalabilecektir. Mutluluğu küçümseyip acıyı seçer. Ruhun mutsuzluğu kendi içinden gelir. Yeryüzünde olmak ona acı verir. 'Nerede olursa olsun yeter ki bu dünyanın dışında olsun' der. Bu dünyada olmayanın gerçek dışının, olanaksızın düşünü gören Baudelaire, insan ilişkilerinde de soğuk ve mesafelidir. Yine de kalabalıklar içindedir. Baudelaire mektuplarında sonsuz bir karamsarlık, çekilmez bir yalnızlık, bitip tükenmeyen bir isteksizlik içinde olduğunu gücüne güvenemediğini, hiçbir şeyle oyalanamadığını, dalgın, şaşkın, beceriksiz olduğunu yazar. Talihin kendisine hiç gülmediğini, uyuşukluktan kurtulamadığını, hayallere daldığını, iç çöküntüsü, kararsızlık ve çaresizliğe düştüğünü ve bu durumdan nasıl çıkacağını bilemediğini, bocalamalarla, fakirlik yalnız ve tesellisiz geçen seneler sonucu iflah olmaz bir melankoli içinde olduğundan söz eder. Avare adam Baudelaire'in denemelerinde sözünü ettiği flaneur -işsiz, güçsüz gezen- olayları uzaktan gözlemleyen aydın bir kişidir. Kentte yaşar, yalnızdır, herhangi bir kuruma, düzene bağlı değildir. Politik bir kimliği yoktur. Düşünür, yürüyerek gezer, gözlemlerde bulunur. Toplumsallaşamayan bu melankolik aylak hüzünlü bir entelektüeldir. Baudelaire bu tanıma uyar. Bireysel, trajik yazgısıyla yeni bir tarz dehanın öncüsüdür.
Baudelaire Amerikalı romantik ozan ve şair Edgar Allan Poe'yu kendine çok yakın bulmuş ve onun öykülerini, şiirlerini çevirmiştir. Eşsiz deha olarak tanımladığı Poe'nun trajik yaşamı onu çok etkilemiştir. Poe ile ilgili denemesinde şöyle yazar: "Okuduğum bütün belgelerde ABD'nin Poe gibi daha hoş kokulu bir dünyada nefes almak için yaratılmış bir varlığın hummalı sıkıntısıyla baştan başa dolaştığı geniş bir hapishane, gaz lambalarıyla aydınlatılmış büyük bir barbarlık olduğu ve onun şair ve hatta ayyaş olarak iç dünyasının ruhsal yaşamının bu sevimsiz atmosferin etkisinden kaçmak için yaşam boyu süren bir çabadan başka bir şey olmadığı inancını edindim". Fantastik öyküleri ve düşlerle dolu derin ve kederli şiirleriyle tanınan hafifçe gülümseyen solgun ve hüzünlü yüzlü Poe'nun melankolikliği eserlerinde de kendini göstermiştir; 'Başkaları gibi değildim çocukluğumdan beri, Görmedim başkaları gibi, ortak bir pınardan almadım tutkularımı, Aynı kaynaktan almadım kederimi... 'Acımasız kaderin azgınca, giderek azarak peşine düştüğü bahtsız usta; sonunda ezginden tek bir nakarat kalır geriye, sonunda umudun kasvetli ezgileri şu melankolik nakaratı benimser: Bir daha asla!'.
Çağın bir başka düşünürü Friedrich Nietzsche de dramatik bir yaşantı sürdürmüştür. Herakleitos ve Schopenhauer'in etkisiyle yaşama, evrene ve insanlara karamsar gözlerle bakar. Ruhsal rahatsızlıklar içinde geçen yaşamının son on yılında çılgınlığa doğru yol alır. Hasta, yalnız, acı çekmiş profesör Nietzsche olmak istediği üstün insanı kaleme alır. 'Böyle Buyurdu Zerdüşt' adlı kitabında çağın sorunlarıyla çevrili insanın içinde bulunduğu durumları, sorgulamaları ve çözümlemeye çalışmaları bir bütünlük içinde ele alır. Bu insan çağına yön veren, güçlü, yaratıcı, yapıcı biri olmalıdır. Üstün insan doğanın insanda dile gelişidir. Nietzsche'nin Zerdüşt'ü hiçbir yerde yurt bulamadığından, tedirginliğinden, arayışlarından, acı çektiğinden, çağına katlanamadığından, yüreği sızladığından ve yalnızlığından söz ettiğinden melankolik bir tiptir. Dostoyevski'nin veya Kafka'nın karakterlerinde de içsel sıkıntılardan ve toplumsal sorunlardan kaynaklanan melankoli görülür.
Kaynaklar
1- Baudelaire, Charles,Edgar Allan Poe, Nisan, İstanbul, 1995
2- Cassou, Jean, Sembolizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987
3- Copleston, Frederick, Felsefe Tarihi, C.7, Nihilizm ve Materyalizm, İdea, İstanbul, 1996
4- Eyüboğlu, İsmet Zeki, Nietzsche, Eylem Ödevi, Broy, İstanbul, 1991.
5- Miller, Henry, Rimbaud ya da Büyük İsyan, Kabalcı, İstanbul, 1994.
6- Sartre, Jean Paul, Baudelaire, Yazko, İstanbul, 1982.
Yoğun bir tinsel yaşamı olan Baudelaire, pişmanlıkları ve suçluluk duyguları altında ezilir. Yararlı olanı değil varolmayanın peşindedir. Ruhunu garip bulur ve orada kendi kendini tanıyamadığını ifade eder. Çevresinde tiksinti uyandırmaya çalışmış, insanları kendisinden uzak tutmuştur böylece yalnız kalabilecektir. Mutluluğu küçümseyip acıyı seçer. Ruhun mutsuzluğu kendi içinden gelir. Yeryüzünde olmak ona acı verir. 'Nerede olursa olsun yeter ki bu dünyanın dışında olsun' der. Bu dünyada olmayanın gerçek dışının, olanaksızın düşünü gören Baudelaire, insan ilişkilerinde de soğuk ve mesafelidir. Yine de kalabalıklar içindedir. Baudelaire mektuplarında sonsuz bir karamsarlık, çekilmez bir yalnızlık, bitip tükenmeyen bir isteksizlik içinde olduğunu gücüne güvenemediğini, hiçbir şeyle oyalanamadığını, dalgın, şaşkın, beceriksiz olduğunu yazar. Talihin kendisine hiç gülmediğini, uyuşukluktan kurtulamadığını, hayallere daldığını, iç çöküntüsü, kararsızlık ve çaresizliğe düştüğünü ve bu durumdan nasıl çıkacağını bilemediğini, bocalamalarla, fakirlik yalnız ve tesellisiz geçen seneler sonucu iflah olmaz bir melankoli içinde olduğundan söz eder. Avare adam Baudelaire'in denemelerinde sözünü ettiği flaneur -işsiz, güçsüz gezen- olayları uzaktan gözlemleyen aydın bir kişidir. Kentte yaşar, yalnızdır, herhangi bir kuruma, düzene bağlı değildir. Politik bir kimliği yoktur. Düşünür, yürüyerek gezer, gözlemlerde bulunur. Toplumsallaşamayan bu melankolik aylak hüzünlü bir entelektüeldir. Baudelaire bu tanıma uyar. Bireysel, trajik yazgısıyla yeni bir tarz dehanın öncüsüdür.
Baudelaire Amerikalı romantik ozan ve şair Edgar Allan Poe'yu kendine çok yakın bulmuş ve onun öykülerini, şiirlerini çevirmiştir. Eşsiz deha olarak tanımladığı Poe'nun trajik yaşamı onu çok etkilemiştir. Poe ile ilgili denemesinde şöyle yazar: "Okuduğum bütün belgelerde ABD'nin Poe gibi daha hoş kokulu bir dünyada nefes almak için yaratılmış bir varlığın hummalı sıkıntısıyla baştan başa dolaştığı geniş bir hapishane, gaz lambalarıyla aydınlatılmış büyük bir barbarlık olduğu ve onun şair ve hatta ayyaş olarak iç dünyasının ruhsal yaşamının bu sevimsiz atmosferin etkisinden kaçmak için yaşam boyu süren bir çabadan başka bir şey olmadığı inancını edindim". Fantastik öyküleri ve düşlerle dolu derin ve kederli şiirleriyle tanınan hafifçe gülümseyen solgun ve hüzünlü yüzlü Poe'nun melankolikliği eserlerinde de kendini göstermiştir; 'Başkaları gibi değildim çocukluğumdan beri, Görmedim başkaları gibi, ortak bir pınardan almadım tutkularımı, Aynı kaynaktan almadım kederimi... 'Acımasız kaderin azgınca, giderek azarak peşine düştüğü bahtsız usta; sonunda ezginden tek bir nakarat kalır geriye, sonunda umudun kasvetli ezgileri şu melankolik nakaratı benimser: Bir daha asla!'.
19. yüzyıl neredeyse bir melankolik sanatçılar çağıdır. Bu sanatçılardan biri de şiir tarihini altüst etmiş ve 21 yaşında şiiri bırakıp uzak ülkelere çalışmaya gitmiş olan Fransız şair Arthur Rimbaud'dur. Kederli, sessiz, içine kapalı, yalnız biri ve 24 yaşında ölmüş olan çağdaşı Lautreamont gibi Rimbaud da bireysel, yalnız bir çıkış olarak dramatik bir yazgıya sahiptir. Lautreamont 'Maldoror'un Şarkıları'nda yalnızlığı katlanılmaz bulup kendine ve evrene karşı ayaklanmasının haykırışları yer alır. Aynı yıllarda Rimbaud'un şiirlerinde de benzer şeyler vardır. Şiirleriyle başkaldırır. Ancak yaşama dönmek için tamamıyla edebiyattan kopar. Uygar dünyadan, içinde bulunduğu düzenden hoşnutsuzdur ve bundan kendini korumak, uyum sağlamak, çalışmak ona güç gelir. Doğunun bilgeliğine sığınır ve eylemi zayıflık, güçsüzlük olarak görür. Asla mutlu olmayan, olamayacak, kendini özgür hissedemeyen, boşluk duygusu içinde olan ve can sıkıntısından kurtulamayan bir ruha vardır. Hiçbir zaman kendini bir şeylere veremeyen, geçimini sağlamak zorunda olduğunda yeteneklerinin işe yaramadığını gören şairin yaşamı yalnızlık, sıkıntı, huzursuzluk ve varlığın gerçekliğini arayarak geçmiştir.
'Yabanıllığa çekilip gitsem de, yaşamımı bir çöle dönüştürsem de bu andan itibaren benden haber alamasanız bile ilk ve son kez bilmelisiniz ki hakikate canımla ve kanımla sahip olmak bana nasip olacaktır. Hakikati örtmek için elinizden geleni yaptınız; ruhumu yıkmaya çalıştınız, ben hakikati bileceğim, onu kendim için muhafaza edeceğim bu bedenle ve bu ruh ile' diyen şair sürekli meslek değiştiren, arayış içinde olan, günlük yaşama gereksinim duymayan, serseri, ümitsiz biridir. Yalnızlıktan yorulduğunda sıradan insanların içinde olup onlara uyum sağlamak ister ama bunun yolunu bilemez. 'İçe Doğuşlar'da 'ben gerçekten mezar ötesindenim ve görevim yok', 'mutsuzluk tanrımdı benim, çamura uzandım boylu boyunca', 'Güçsüzlük ya da güç; Al sana güç. Bilmiyorsun nereye, niçin gittiğini. Gir her yere, yanıtla her şeyi. Bir ceset olabilseydin ancak bu kadar öldürebilirlerdi seni' gibi dizeleri yazmış olan Rimbaud bir bunalımdan diğerine geçerek yaşamını sürdürür. Görünmezi, görmek, bilinmezi bilmek yani bir kahin olmak ister. Haykırışlarıyla dünyayı yadsıyıp Baudelaire gibi olmayan bir yaşamı özler. Rimbaud, Van Gogh ve Lautreamont gibi alınyazısı olan yalnızlığa ve bunalım içinde kendini bulmaya yönelmiştir. Bu sıradan ruhların yönelebileceği, cesaret edebileceği bir yol değildir. 1891 yılında Harrar'da hastalanan bu melankolik şair aynı yıl Marsilya'da bir hastanede ölmüştür.
19. yüzyıl içinde düşünürler de yeni fikirler, çözümler ve yorumlar üretiyorlardı. Böyle bir ortamın filozoflarından biri olan Sören Kierkegaard 1813 yılında Kopenhag'da doğdu. Tanrıya inanan melankolik babası tarafından aşırı dinsel bir şekilde yetiştirildi. Melankolik yapısı yüzünden nişanını bozdu. Evlilik yaşamına uygun olmadığını düşünüyordu. Ancak içinde bulunduğu buna pek sıcak bakmadı ve onu dışarı itti dinsel bir düşünür olan Kierkegaard'ın toplumu acımasızca eleştirmesi de bunda etkili oldu. 'Topluluk yalandır' veya 'Doğru her zaman azınlıktadır' diyerek bireyselliği önemseyen biri oldu. 'Varolan bir bireyin kendisi bir oluş sürecindedir... Varoluşta parola her zaman ileridir'. Filozof insan varoluşunun üç aşamasından söz eder: estetik, etik, dinsel. Estetikte duyular önemlidir. Etikte aklın ve duyguların yol gösterdiği görev aşkı, dinselde ise her ikisini de tercih etmeyip Tanrı'nın ellerinde kendiyle ödeşme söz konusudur. İnsan Tanrı'ya doğru sürekli bir çaba içindedir.
Çağın bir başka düşünürü Friedrich Nietzsche de dramatik bir yaşantı sürdürmüştür. Herakleitos ve Schopenhauer'in etkisiyle yaşama, evrene ve insanlara karamsar gözlerle bakar. Ruhsal rahatsızlıklar içinde geçen yaşamının son on yılında çılgınlığa doğru yol alır. Hasta, yalnız, acı çekmiş profesör Nietzsche olmak istediği üstün insanı kaleme alır. 'Böyle Buyurdu Zerdüşt' adlı kitabında çağın sorunlarıyla çevrili insanın içinde bulunduğu durumları, sorgulamaları ve çözümlemeye çalışmaları bir bütünlük içinde ele alır. Bu insan çağına yön veren, güçlü, yaratıcı, yapıcı biri olmalıdır. Üstün insan doğanın insanda dile gelişidir. Nietzsche'nin Zerdüşt'ü hiçbir yerde yurt bulamadığından, tedirginliğinden, arayışlarından, acı çektiğinden, çağına katlanamadığından, yüreği sızladığından ve yalnızlığından söz ettiğinden melankolik bir tiptir. Dostoyevski'nin veya Kafka'nın karakterlerinde de içsel sıkıntılardan ve toplumsal sorunlardan kaynaklanan melankoli görülür.
Kaynaklar
1- Baudelaire, Charles,Edgar Allan Poe, Nisan, İstanbul, 1995
2- Cassou, Jean, Sembolizm Sanat Ansiklopedisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1987
3- Copleston, Frederick, Felsefe Tarihi, C.7, Nihilizm ve Materyalizm, İdea, İstanbul, 1996
4- Eyüboğlu, İsmet Zeki, Nietzsche, Eylem Ödevi, Broy, İstanbul, 1991.
5- Miller, Henry, Rimbaud ya da Büyük İsyan, Kabalcı, İstanbul, 1994.
6- Sartre, Jean Paul, Baudelaire, Yazko, İstanbul, 1982.
*****Bu
sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak
gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek
alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
of ne bu yha insan bi resim koyar YAZIDAN BAŞKA BİŞİY YOK...!!!
YanıtlaSil