25 Aralık 2009 Cuma

Gerard de Nerval'dan Dizeler

Siyah Nokta

Kim ki güneşe sürekli bakıp durur
Mor bir lekenin uçuştuğunu görür
Gözlerinde, çevresinde ve havada.
Bir zamanlar çok genç ve gözüpektim,
Utkuya bir an sabit gözlerle baktım;
Aç bakışımdan kara bir nokta kaldı.
O gün bugün, bir yas işareti gibi
Görürüm her yerde o siyah lekeyi
Karışır her şeye, gözümün daldığı!-
Nedir bu? Mutlulukla arama giren!
-Yazık bize! yalnız kartal bakabilen
Kazasız belasız utkuya ve güneşe...   s: 187

Yaldızlı Dizeler

Elbette duyarlı her şey! Pythagore
İnsan! özgür düşünür - sen misin tek düşünen
Yaşamın her nesnede açıldığı dünyada:
Elindeki güçlerde özgürlüğün var ama,
Verdiğin öğütlerin tümünden başka evren.
Her çiçek ayrı ruhtur doğadan filizlenen;
Saygı duy hayvandaki devinip duran ruha!...
Her şey duyarlı; her şey senden güçlüdür daha
Bir aşk gizemi vardır her madende dinlenen:
Bir göz seni izliyor kör bir duvarda bile:
Unutma, madde varsa ona bağlı söz de var...
Kullanma nesneleri softa bir amaç ile.
Her karanlık varlıkta gizli bir Tanrı yaşar;
Ki O'nun gözlerinden yeni bir göz doğuyor
Taşların kabuğunda bir tanrı çoğalıyor.         s: 193

Kitabe

Bazen mutlu, şen şakrak sığırcık kuşu kadar
Sevda dolu, tasasız, sevecen ve duyarlı,
Bazen dertli Cliandre gibi dalgın, hülyalı
Yaşarken, bir gün kapısı çalındı, gelen var.
Ölümdü karşısındaki, yalvarıp yakardı,
Dedi: "Son şiirime noktayı koyayım, izin ver"
Ve hiçbir şey yapmadan, ordaki soğuk ve dar
Bir sandığın dibine uzandı, üşüyordu.
Söylenenlere bakılırsa hayli tembeldi
Sık sık kuruyordu hokkasında mürekkebi
Tek şey öğrenemedi çok şey bilmek isterken.
Vakit geldi, şiirine eksik noktayı koydu
Bir kış günü elinden alındı yorgun ruhu
Çekip gitti söylenip: "Niye gelmişim ki ben?"   s: 195

Alkan, Erdoğan, Düş Gezgini, Gerard de Nerval, Broy, İstanbul, 1994.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Bird Calling - Bird Keeper


Saige Roberts'ın Bird Calling ve Bird Keeper adlı çalışmaları çok güzel. Aslında illüstrasyonlarının çoğunu beğeniyorum. Bir süredir web sitesine ve bloguna girilemiyor. Yine de adresini yazayım: http://www.onepurpleday.com/. Başka bir artwanted.com'da diğer çizimlerini görmek mümkün.

14 Aralık 2009 Pazartesi

Hiç Kimse

Hiç Kimse

Hayal edilen adaya /  Benim evime /  Yaptığım yolculuk sırasında  /  tarihi kişisel bir öykü yaşadım  /   canavarlara ve deniz kızlarına  rastladım. /  Tek gözlü insanlara rastladım  /  Ve "Adın ne, sen kimsin?" sorusuna  /   "Hiç kimse" diye yanıt verdim.  /  Hiç kimse".  / Denizde kayboldum ben  /   Rüzgar tanrısı gemimi batırdı  /  bir başka gemi yapıp yola çıktım  /   Yoldaşlarım dört bir yana dağıldı  /   Sadece yolculuğu düşünerek  /   Yeniden yola koyuldum  /  Her seferinde bir son ve bir başlangıçtı.  /    Issız bir sahilde gözümü açtım  / Ve haykırdım: "Ben kayboldum  /  Bu ada hangisi? Bu kent hangisi?  /  Bir ses bana yanıt verdi:  /  "Bu senin adan değil...  /  Ve yolculuk daha bitmedi."  /  Artık şunu biliyorum:  / Sonum, benim başlangıcımdır!

Theo Angelopoulos  
 


9 Aralık 2009 Çarşamba

Sanat Tarihinde Avangard Bir Sanatçı: Oskar Kokoschka

New York’taki Neue Galerisi’nde* yaz ortasında açılan ve yağlıboya portreleri yanı sıra grafik çalışmalarından da bir seçkinin yer aldığı sergisi nedeniyle gündeme gelen Oskar Kokoschka (1886-1980) 20. yüzyılın önemli sanatçılarından biridir. Babası Çek’tir ve Prag’ın bilinen kuyumcu ailesinden gelir. Babanın iflası ile mali krize giren aile Viyana’ya yerleşip sınırlı imkanlarla geçinir. Kokoschka önceleri sanatla ilgili değildir. Kimya okumak ister ama Viyana Sanat ve El Sanatları Okulu’nda eğitim görür. Litografi, çizim, ciltleme ve diğer sanat tekniklerini öğrenir. Gençliğinde afişler, kartpostallar tasarlar. Asistan öğretmenlik yapar ve geceleri dersler verir. Dekoratif sanatlar onu tam memnun etmediği için insan figürlerinin olduğu desenler çizmeye yönelir. Bir yandan da edebiyatla ilgilenir. Efsanevi Fledermaus Kabaresi’nde Hint Masalı için dramalar ve aşk hikayeleri yazar. Uzak Doğu Sanatı’nı inceler. Van Gogh’dan ve Gustave Klimt’ten etkilenir. Klimt onu “genç kuşak arasında göze çarpan yetenek” olarak tanımlar.

Üyesi olduğu Viyana Atölyesi 1908’de ressam, grafiker, şair ve oyun yazarı Kokoschka’nın litografiyle resimlenen Gençliğin Düşleri adlı şiir kitabını yayınlar. Hayranı olduğu Klimt’e ithaf ettiği bu kitapta efsaneleri ve peri masallarını görselleştiren sanatçı sonraki yıl Sfenks ve Korkuluk adlı bir oyun yazar. Viyana Gösterisi’nde Katil, Kadınların Umudu** adlı tek perdelik ekspresyonist oyunu sahnelenir. Modern hayatın ahlaki krizlerini ve çağdaş Avrupa toplumunun politik haksızlıklarını konu alan bu oyunun desenlerinde akademik çizim kurallarına uymayan sarsıcı ve dehşetli görüntüler ifadecidir ve içerikle aynı işleve sahiptir. Bu oyundan bir kaç söz: yalnızlık, sessizlik ve açlık kafamı karıştırıyor, dünyalar yörüngesinde dönerek geçmiş, hava yok, uzun bir gece olacak. Ekonomik nedenlerden dolayı dekoratif sanatlara yönelik üretimlerde bulunur ama büyük boyutlu yağlıboya çalışmaya da zaman ayırır. Art Nouveau ile ilgili heyecanından sonra radikal bir değişim yapıp Viyana sanatının estetik ve güzelliğini arkasında bırakır. Tedirginliği ve başkaldırıyı simgeleyen ekspresyonist anlatıma yönelir...

25 Kasım 2009 Çarşamba

Hieronymus Bosch'un Fantastik Tasvirleri

Albrecht Dürer’in çağdaşı Hieronymus Bosch (1450-1516) Kuzey Brabant’ta doğar. Üslubunda kendisi gibi ressam olan babasının etkileri olur. Toplumsal bir dengesizliğin ve şeytanlara tapanların olduğu bir bölgede yaşar. Burası büyük kentlerden uzaktadır ve Ortaçağ geleneğini sürdürür. İnsanlar felaketlere karşı dini inançlarını yerine getirirler ama kötü güçlere de eğilimleri vardır. Büyücülerin ve simyacıların da bulunduğu dini karnavallarda ve panayırlarda maskeler takarlar. Cadılar kilise tarafından ölüm cezasına çarptırılıp yakılırlar. Yoksulluk ve hastalıklar yaygındır. Bosch yaşadıklarını, gördüklerini fantastik bir kurguyla ve gizemli bir atmosferle resimlerine aktarır. Rönesans’ın hümanist düşüncesini alır ve insan karakterleriyle ilgilenir. İfade açısından simgeseldir ve eleştiri dilini kullanır. Ayrıntıya önem verir ve mekân araştırmalarından yararlanır. Alışılmadık, yarı insan yarı hayvan biçimli figürleri, düşsel bir mimari ve manzara içinde resmeder.

17 Kasım 2009 Salı

Piero Della Francesca'nın ‘İsa'nın Dirilişi’ Adlı Resminde Alberti Kuramlarının Uygulanışı

Leon Battista Alberti; ressam, mimar, mühendis, geometrici, oyun yazarı, Latin yazarı uzmanı, tanrı bilimci ünvanları ve çok yönlü kişiliğiyle -Leonardo da Vinci gibi-, 15. yüzyılda İtalya’da Rönesans’a özgü evrensel insan tipinin önemli isimlerindendir. 1435'te Latince, 1436'da İtalyanca olarak basılan "Della Pittura - Resim Üzerine-" adlı kitabındaki teorileri ile çağının ressamlarını etkilemiştir. Üç bölümlü kitabın I. bölümünde edebi, felsefi analizler, biçimler ve analizlerin incelenmesi yer alır. II. bölümde kompozisyon tekniklerinden söz eder ve genç sanatçılara öğütler verir. III. bölümde ise bir ressamın nasıl olması ve nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında bilgiler bulunur. Bu kitaptan etkilenen ressamlardan bazıları: Domenica Veneziano, Fra Angelico, Ucello, Fra Flippo Lippi, Polla Iuolo, Botticelli ve Piero Della Francesca'dır. 

1420-1492 yılları arasında yaşamış olan P. D. Francesca'nın Rönesans sanatını belirleyen özelliklerin görüldüğü resimlerinde geometrik ve anıtsal figürlere rastlanır. İtalya'da çeşitli kilise, katedral ve belediye binalarında freskleri bulunan ressamın İsa’nın Dirilişi’ adlı resmi 1463 tarihli ve 225 x 200cm boyutlarındadır. Sansepolcro’daki Halk Sarayı’nın duvarına fresko tekniğinde yapılmıştır. İsa’nın ellerinde, ayaklarında, ve sağ göğsünün altında çivi ve mızrak yaraları vardır. Mezarın önünde, yüzleri seyirciye dönük, uyuyan iki, ön düzlemde de İsa’nın dirilişinden dolayı şaşkın iki olmak üzere dört muhafız görülür. Şaşıran muhafızlardan soldaki yüzünü elleriyle örtmüş, sağdaki irkilerek geriye çekilmiştir. Çeşitli kaynaklarda tam karşıdan görülen, yüzü seyirciye dönük otuz yaşlarındaki figür Piero Della Francesca’nın kendisidir...

İsa’nın sağ ayağı lahitin içindeyken, sol ayağı yukarıdaki pervaz üzerindedir. Sol eli dizinin üzerinde dururken, sağ eliyle dalgalanan kırmızı beyaz zafer bayrağını tutar. İsa’nın üzerindeki açık pembe giysisi Alberti’nin ifade ettiği gibi vücudun hareketine uygun olarak yapılmış. Heybetli kıvrımlarla vücut altındaki hareket belli edilmiş. Kıvrımlar figürün sağ göğsünün altındaki mızrak yarasına doğru hareket eder ve bakışı oraya doğru çeker. Kaslı gövdenin klasik biçimi soldan gelen alçak ışıkla şekillendirilmiştir. Yüzü vaftiz sahnesindeki gibi düzgün, dudakları kıvrımlıdır. Büyük açık gözlerinden ölümün sırrı anlaşılmaz. İsa’nın başı üzerindeki hale onun kutsal kişiliğini gösterir. Alberti ‘ölü birinin çizilebilmesi için vücudunun her yerinde ölü olduğu vurgulanabilmelidir’ diyordu. Burada ölünün canlanışı ve dinamik hareketi iyi verilmiş.

Mezarın önünde dört gözlemci nöbetli olarak uyuyorlar, vücutları bir demet gibi toplu halde duruyor. Büyük göz oyukları, geniş çene kemikleri ve kare çeneleri Etrüsk heykelini çağrıştırır. Soldaki ağaçlar ve manzara çorak, sağdakiler yapraklarla dolu. Calvary yolunda İsa şöyle dedi: ‘Eğer bunu yeşil ağaçlarda yaparlarsa kurularda ne yapacaklar?’ bunun anlamı ‘Eğer bunu bana sağ olduğumda yaparlarsa öldüğümde ne yapacaklar’ dır. Bu resimde de çorak ve kurak kısım İsa’nın ölü halini,canlı ve yapraklı kısım ise diri halini temsil ediyor
” (2).

Alberti’nin figürlerin iki boyutlu düzleme geçirilmesi problemine karşı getirdiği yenilik pramidal düzenlemedir. Bu resimde de böyle bir düzenleme dikkat çeker. Hatta birbiri içine geçmiş üç pramidal düzenleme var. İlkinin üst köşesi İsa’nın başına, sol köşe askerin sırtına, diğer köşe ise sağdaki askerin başına denk düşer. Bu üçgen diğer piramidal düzenlemeleri de içine alır ve en büyük piramit olur. Daha küçük olan üçgenlerden birinin soldan ikinci askerin başı üzerinde üst köşesi, sol kolunda diğer köşesi, en soldaki askerin sırtında ise öbür köşesi yer alır. Küçük üçgenlerden ikincisinin üst köşesi sağdan ikinci muhafızın başının üzerinde, diğer köşesi dirseğinde, sağdaki köşe ise en sağdaki muhafızın başı üzerindedir. Bu üçlü piramidal düzenleme resme anıtsallık ve boyut kazandırır.
Nalan Yılmaz, Piero Della Francesca'nın İki Yapıtına Alberti Bakışı, Türkiye'de Sanat, Plastik Sanatlar Dergisi, no: 73, Mart\Nisan, 2006, s: 36-41
Bu kompozisyonda üçgen kurgu dışında Alberti teorilerine uygunluk, Piero’nun İstoria kavramını bildiğini gösterir. İstoria resmin boyutlarıyla değil anıtsallığı ve dramatik içeriğiyle değerli olmasıdır. Temaların anlatılması, ifade edilmesi, figürlerin yerleşimi ve seyirciye aktarılması önemlidir. İstoria için Alberti antik temaları önerir. Bu konuların istoriayı daha iyi verebildiğini söyler. ‘İsa’nın Dirilişi’ adlı resimde de uyuyan figürlerin yüz ifadeleri özenle yapılmıştır ve gerçekçidir. Diğer iki figürde ise şaşkınlığın verdiği ifadeler görülür. Biri yüzünü elleriyle kapamıştır, diğeri ise irkilip geriye çekilmiştir.

Alberti resmin perspektif ve geometrik kurallara uygun yapılması gerektiğini belirtir kitabında. Perspektif seyirci ve eser arasında önemli bir bağdır. Perspektifle seyirci yönlendirilir. Perspektif ve matematik istoria için de araçtır. Matematik sanatçının dünyayı kontrol edebilmesi için gereklidir diyor Alberti. Piero Della Francesca’ da matematik, perspektif ve geometrik kurallar üzerine çok çalışmış bir ressamdır. Hatta Alberti’nin bu konudaki teorilerini de geliştirmiştir. O nedenle resimlerinde, Rönesans resmini de belirleyen özelliklerden matematik, perspektif ve geometrik kurallarına özenle uymuştur
.

Resimde her tarafa yayılan ışık göze çarpar; yamaçlarda, bulutlarda, figürlerde aynı orandadır. Işık yayılımında ve geçişlerde yumuşaklık var. Figürler hareketlidir. Oturan, ayakta duran, giysili yarı giysili figürler önden, arkadan ve yandan resmedilmişler. Hareketler doğal ve yumuşak, kıyafetler vücudun hareketine uygundur. Kompozisyonda yatay ve dikeylerle denge kurulmuştur. Lahitin pervazının keskin yatay hatlarıyla bulutlar paralelken, ağaçların dikeyliğine İsa’nın ve elinde tuttuğu bayrağın sapının dikeyliği ile muhafızların dikey duruşları paraleldir. Alberti resimde kullanılan renklerde çeşitlilik ve bolluğun ressama ün getireceğinden söz eder. Bu resimde sanatçı özellikle muhafızların giysilerinde renklere özen göstermiştir. İsa’nın üzerindeki giysi pembe, en soldaki muhafızın şapkası ve çizmesi kırmızı, giysisi yeşildir. Yanındakinin giysisi kahverengidir. Sağdaki muhafızların arasında kırmızı renkli bir kalkan vardır. İsa’nın başının üzerindeki hale sarı, bayrak kırmızı-beyaz, gökyüzü ise açık mavidir. Lokal renk kullanımı söz konusudur. Renkler arasındaki geçişler yumuşaktır
.

Alberti, ressamların büyük panolar üzerine çalışmaları gerektiğini, büyük çalışanın küçük de çizebileceğini belirtir. P. D. Francesca da büyük panolar üzerine ya da duvara resim yapmıştır. Bu resimde bir duvar freskidir. Resimde doğal olmayan hiçbir şey yoktur. Bu da Alberti’nin önerdiği bir şeydi. Her şey doğal ve gerçeğe uygun olmalıdır. Sanatçı doğadaki her şeyi iyi ve doğru verebilmelidir. Piero’nun bu konuda da başarılı olduğu görülür. Anıtsal, ölçülü, uyumlu, dingin, yatay ve dikey dengelemeyle kurulan bir düzene, ön ve arka planın olduğu, perspektif kurallarına uygun ve bunun getirdiği derinliğe sahip geometrik kompozisyon, Alberti’nin resim teorilerine uygunluğuyla dikkati çekiyor
.

Notlar

 
(1) Cömert, Bedrettin, Mitoloji ve İkonografi, H.Ü. Yayınları, Ankara, 1980. s: 236
(2) Hartt, Frederick, History of Italian Renaissance Art, Harry N. Abrams Inc., New York. s: 236


Nalan Yılmaz, 8 Mayıs 2005, Hürriyet, Agora
ve
Piero Della Francesca'nın İki Yapıtına Alberti Bakışı, Türkiye'de Sanat, Plastik Sanatlar Dergisi, No: 73, Mart\Nisan, 2006, s: 36-41

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar '
Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir. Creative Commons License

14 Kasım 2009 Cumartesi

Kasım

Güzden kışa geçiş. Sonbaharın tam kendini gösterdiği ay. Yağmur. Ağaçlardaki sayısız tonlarda yeşil, sarı, turuncu, kırmızı, toprak renklerindeki yaprakların gösterişle sahneye çıkışları ve sona doğru giderken zarif dansları. Bir şeyleri hatırlatan simgeleyen yapraklar döküldüklerinde oluşturdukları o görüntü, aralarında dolaşırken çıkardıkları hışırtı, keyfine varılacak anlar. Belki uzun süredir görülmemiş birisiyle bir kahve içmek, derin konular veya geçen zaman ve kişisel hayatlar üzerine konuşmak. Belki kabullenmişlik dünyada yaşayan her insanın zamana yenik düşmesini. Anın geçip giderken ya da öyle sanılırken bıraktığı o buruk tortunun ve tatlı hüznün hissettirdiğine yoğunlaşmak. Güncel, ülkesel ve evrensel sorunlardan, çevrelendiğimiz toplumun ve içindeki insanların bilincimizi bulandırmasından uzaklaşmak. Önemsiz şeylere takılıp kalmamak. Gülmek. Kasım mı bunları hatırlatan? Bir şarkı vardı November Rain Guns and Roses. O günlerde dinlerdim. Sanki uzak bir tarih. 'Autumn in New york' kasım ayında geçen bir aşk hikayesi miydi? 'Sweet November' kesin öyleydi. Romantik komediler :), izleyesim yok tabi. Bu aralar Flashforward favorim. Kuantum fiziğiyle ilgili kitapları ilk 15 yıl önce okumuştum. Bu dizi de kuantum fiziğine göndermeler var.

8 Kasım 2009 Pazar

Bilim ve Sanat Koruyucuları: Mesenler - 2

Avrupa’daki Ortaçağ ile Doğu’daki farklıdır. Avrupa’da bu dönemde sanat kilisenin ve dinin egemenliğindeyken Doğu sanatı, bilimi ve düşünce dünyası çok çeşitli, daha özgür ve üretkendir. Mesenler genellikle hükümdar veya yönetim çevresindendir. 1300’lü yılların başında Reşidettin tarihi metinlerden oluşan kitaplar yazdırıp resimlettirir ve dönemin hükümdarlarına gönderir. Özellikle 15. yüzyılda Bağdat, Tebriz, Herat, Şiraz, Semerkant gibi Doğu kentlerinde sanat ve zanaat işlerinin yapıldığı atölyeler bulunur. Şiraz’da Timur’un torunu İskender Sultan himayesinde çalışan sanatçılar ve astronomi ile ilgilenenler daha sonra Herat’a giderler. Herat atölyeleri 1418’lerden 1507’ye kadar süren hareketli bir sanat ortamı oluşturur. Kendisi de şiirler yazan Timurlu Hüseyin Baykara birçok nakkaş, şair ve düşünürü koruyan bir hükümdardır. 1433’den önce Gıyaseddin Baysungur Herat’ta nakkaşhane denilen atölye, işlik ve kütüphane yaptırır. Burada bir arada çalışan sanatçılar tarafından el yazma kitaplar hazırlanır, mimari ve köşk tasarımları yapılır.

Tekrar Avrupa’ya dönersek; Michelangelo Floransa’da kaldığı yıllarda Lorenzo Medici tarafından dört yıl boyunca teşvik edilir ve Medici Sarayı’nda yaşar. Onun kurduğu San Maria Sarayı bahçesindeki heykel okuluna gider. Medici’lerin anıtsal ve yalın antik heykel birikiminden yararlanır. Sonraki yıllarda aile için anıtsal eserler, Kitaplık, Medici Şapeli ve Mezarlığı meydana getiren bu inanılmaz yetenek Mediciler’den sonraki çöküntü içindeki İtalya’nın durumundan etkilenir. 16. yüzyılda Roma’da Papa mesendir. Michelangelo, Raffaello ve Tiziano Papaların verdiği siparişler sonucu önemli işler ortaya çıkarırlar. Raffaello Vatikan’da 'Raffaello Odalarını' Medici korumasındayken resimler. Michelangelo sanatçıların patrona bağımlılığını kırarak öngörüldüğü gibi değil kendi yeteneği ve tarzı doğrultusunda hareket eder ve bağımsız bir tutum da sergiler. Yeteneğine hayranlık duyulan ama uzlaşmayan kişiliği yüzünden korkulan biridir.

6 Kasım 2009 Cuma

Bilim ve Sanat Koruyucuları: Mesenler - 1

Bilim ve sanat koruyuculuğu anlamına gelen mesenlik çağlar boyunca varlığını sürdürür. Ülkelerin, toplumların ilerlemesinde büyük rol oynayan sanat, kültür, bilim gibi yüksek değerler dini, resmi ya da özel kurumlar, burjuva, tüccarlar ve üst düzey yöneticiler tarafından sağlanan imkânlarla gelişme gösterir. Sanat önceki yüzyıllarda zenginlikle bağlantılıdır. Her kesimin ulaşabileceği bir şey değildir. Bu da onu prestijli bir duruma getirir. Mesenler sanatı önemsedikleri için mi yoksa saygınlık edinmek için mi desteklerler? Sanat nesnelerine sahip olmanın ve onları üretenleri korumanın belli bir saygınlık ve hayranlık uyandırdığı doğrudur. İhtişamı artırırken gücü ve zenginliği de ifade edebilir. Sosyal, politik ve toplumsal nedenlere dayanabilir. Yine de daha çok sanatsever ve yeniliklere açık fikirli aydın kişilerin yapılan yardımdan karşılık beklemeleri yerine hayırseverliği olarak görmek mümkündür.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Hiçlikte Bir An

Sessizlik seslerin arasındaki boşluklarsa onu fark edebilmek de ayrıcalık. Sessiz olan tüm seslerden, kargaşadan, patırtıdan uzak anlamını ve varlığını mütevazilikle iddiasız bir şekilde içinde taşır. Ses ve konuşmalar sessizliğin değerini artırır. Sessizlik istiridyenin içinde saklı inci gibidir. Evrende sessizlik var mı? Zaman, mekan kavramından soyutlanmış evrensel bir şey salt sessizlikte olsa kendi sesine sahiptir

Hayat kısa diye ne kadar çok deneyim yaşanırsa o kadar iyi midir? Her şey çok hızlı mı olmalıdır hayatta? Yavaşlık ve sakinlik uyuşukluk değildir. Sadece doğal bir akış vardır ve o da hızla yönünü bulmaz. Kadercilik ya da oluruna bırakma değil bu. Eğer her şey çok hızlıysa biraz yavaşlık ve sükunet eğer çok yavaşsa biraz daha devinim ve ivme gerekir. Zıtlıklar bazen birbirine yaklaşabilmeli ki denge sağlanabilsin. Kutuplar arasında gidip gelebilmeli. Sadece bir tarafta kalınca eksik olur.

Yaşam sorgulamaz sadece olduğu gibidir, öyle kalır. Herkes farklı değerlendirir...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...