30 Eylül 2008 Salı

Edward Hopper ve Deniz Tarafındaki Odalar

Hudson nehri yakınlarındaki küçük bir tatil kasabası olan Nyack’ta doğan Amerikalı sanatçı Edward Hopper (1882–1967) New York’ta hayatını sürdürür. Yaz aylarını ressam eşi Josephine Nivision ile birlikte Cape Cod yakınlarındaki deniz kıyısındaki evinde geçirir. En büyük tutkusu gün ışığıdır. Işığın etkileri üzerine yoğunlaşır. Paris’te genç bir sanat öğrencisiyken başlayan bu ilgi tüm kariyeri boyunca devam eder. Sıradan olan şeylerdeki farklı ve garip yönleri arayan Hopper Avrupa seyahatlerinde eğitimlere, sanatsal etkinliklere katılır ama herhangi bir akımdan etkilenmez. Sanatı tutarlı, kendine yeten ve bağımsızdır.

İlk yıllarında suluboya resim, gravürler, hayatını kazanmak için ise isteksizce reklam tasarımları yapar. Suluboyalarında köy ve küçük kasaba görünümleri yer alır. Gravürlerinde çoğunlukla çevresinden soyutlanmış figürler, boş caddeler, ışık-gölge karşıtlığı ve mimari üzerine düşen güneş ışığı oyunları ön plandadır. New England’daki binalara sıkça yer verse de doğaya uzak değildir. New York’ta yaşayan Amerikalı modern sanatçıların tercih ettiği sanatsal motifler: kalabalık caddeler, gökdelenler, endüstriyel makineler ve Jazz müziği vb. konulardır. Hopper ise şehir hayatının gürültüsünü ve kargaşasını yansıtmaktan kaçınır. İnsansız ya da tek tük insanın olduğu sokakları, müşterisiz mağazaları, restoranları New York’un göğe yükselen binalarının aksine manzara geleneğine bağlı olarak yatay biçimde resmeder.

28 Eylül 2008 Pazar

Melankoli

Melankoli en yoğun halindeyken derin bir keder içinde hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu durumdur. Melankolik mizaçlı kişi yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih eder. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçar. Yaşamı boş ve anlamsız bulur. Mutluluktan çok içsel huzuru, sakinliği ve sessizliği arar. Melankolik insan huzurlu olabilmek, sakin bir hayat sürebilmek için yalnızlığı seçer. Ancak yalnız olduğunda da hayatla ve insanlarla olan ilişkilerini sorgulaması ve sürekli düşünmesi, kendine yönelik acımasız eleştirileri ve varoluşunun nedenini araması gibi sebeplerden dolayı bir türlü dinginliğe ulaşamaz. Sıkıntıları ve bunalımları sona ermez. İçinde bulunduğu dünyaya ve topluma uyumsuz olduğunu hisseder. Bu durum bazen onu hüzünlendirirken bazen de memnunluk hissi verir. Olayların, yaşamın ve insanların içinde olmaktansa dışarıdan çıkarsız, amaçsız bir izleyici ve gözlemci olmayı tercih eder. Bu da hafif içsel bir gülümsemeyi beraberinde getirir. Kimsenin yerinde olmak istemez. Kendi olmaktan memnundur ama kendiyle uğraşmaktan da geri durmaz. Bitmeyen sıkıntısı, boşluk içinde oluşu ve hüznü onu içinden çıkamayacağı kederlere de boğabilir. Hüznü bazen gülerek –Demokritos-, bazen ağlayarak -Heraklitos-, bazen de suskunluğuyla –Hölderlin- açığa çıkabilir. 

24 Eylül 2008 Çarşamba

Rüyaların, Hayallerin ve Öteki Dünyaların Ressamı İstanbul'da

20. yüzyılın önemli sanatçılarından İspanyol Picasso ve Miro'dan sonra Salvador Dali de İstanbul'da. Bu üç isim içinden ilk tercihim Miro. Sabancı Müzesi'nde 20 Eylül'de açılan sergisinden dolayı şu sıralar basında sıkça yer alan sürrealist Dali için deli deniyor dahi deniyor. Resimleriyle ve hayatıyla ilgili bilgiler, yorumlar havada uçuşuyor. Müzenin kapısında uzun kuyruklar oluşuyor. Ne güzel. Benimse gitmek için acelem yok. Nasılsa bu retrospektif 20 Ocak'a kadar sürüyor. Sakin sakin görmek varken niye kalabalıkta itiş kakış bir şey anlamadan gezeyim ki.

Sürrealizm ile ilgili bir makaleye yönlendirmek istiyorum sizi. Gerçeküstücülüğün yazarın tanımıyla üst gerçekçiliğin evrenselliğini, tüm zamanları kapsamasını ve tek bir döneme indirgenemeyeceğini ifade eden bir yazı bu.

Sergiyle ilgili ayrıntılar için tıklayın. http://muze.sabanciuniv.edu/exhibition/exhibition.php?lngExhibitionID=84

20 Eylül 2008 Cumartesi

Arnold Böcklin'in Mitolojik Resimleri

1827-1901 yılları arasında yaşamış İsviçreli Sembolist ressam Arnold Böcklin resimlerinde en çok eski yunan mitolojisinde yer alan doğaüstü varlıkları -sirenler, satirler, kentaurlar, nereus kızları, tanrıçalar, tanrılar vb- ve ölüm temasını işler. Düsseldorf Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimini tamamlayan Böcklin önce İsviçreyi dolaşır sonra Brüksel, Anvers ve Paris’e gider. Flaman ve Hollandalı ressamların çalışmalarını inceler. Paris’te Louvre’da çalışır ve pek çok manzara resmi yapar. Uzun süre kaldığı İtalya’da Rönesans sanatından etkilenir ve İtalyan sanatçılarla yakınlık kurar. Roma’da evlenen sanatçı 1856 yılında Münih’e döner. Daha sonra sırasıyla Weimar, Roma, Basel, Münih, Floransa gibi kentlerde yaşamını sürdürür. Weimar Sanat akademisinde iki yıl dersler verir. 1866’da Basel Müzesinin cephesine grotesk maskeleri model aldığı freskolar yapar.

Romantizm ve Empresyonizmin ardından 19. yüzyılda ortaya çıkan Sembolizmde en belirgin nitelikler tinsellik ve melankolidir. Sembolizmde iç dünya, düşler, hayaller, yalnızlık, düşünce, gerçek dışı, uyku ve ölüm de yer bulur. Diğer Sembolist ressamlar gibi Arnold Böcklin de doğanın ruhunu ve nesnenin gizini melankolik bir şekilde çağrışımlara ve sembollere başvurarak aktarır. Gördüklerini, yaşadıklarını, edebiyattan ve efsanelerden aldıklarını imgelem ve hayal gücüyle bir araya getirir. Simgesel ve mitolojik resimlerinde ruhsal durumun yansımasına önem verir. Fantastik resimleri yanı sıra ilk dönemlerinde ağırlıklı olarak yaptığı manzaraları da gizemli bir atmosfere sahiptir. Klasik mimariyle doğa, deniz ve antik figürler düşsel düzenlemeler içinde duygulara yönelerek güçlü etkiler uyandırır. Sanatçı manzaralarında romantik ressamlar gibi insanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünü ve hüznünü göstermekle birlikte realistik bir tekniği de benimser. Ayrıca manzaralarında klasik mimarinin yer aldığı doğa resimleri yapan Claude Lorrain’den esintiler göze çarpar.

18 Eylül 2008 Perşembe

Constable ve Turner

Francisco de Goya’nın kara romantizmindeki melankoliye karşın John Constable’da açık hava ve doğa tasvirleriyle hüzünlü bir atmosfer göze çarpar. Romantik ressamlarda dalgalı denizin, gece yıldızlarla gündüz bulutlarla donanmış bir gökyüzünün, ormanlıkların, kayalıkların ve çayırların göründüğü manzaralar yaygın konulardır. Doğa doğrudan bir gözlemin yanı sıra düş, ruh ve duygusal değerler de katılarak resmedilir. Geçmişten bir kalıntının olduğu ıssız sakin yerler tercih edilir. İngiliz romantik ressamlarından Constable (1776-1837) kırsal görünümlere olan ilgisinin belirgin olduğu manzaralarında noktasal boya kullanımıyla ve hızlı fırça vuruşlarıyla geçiciliği yakalar. Şiirsel manzaralarını önceden belirlenmiş kurallara göre değil kendi gördüğü ve bildiği gibi yapar.
 
Doğayı gerçekçi bir şekilde vermek ister. Kırlara çıkıp çizimler yapar daha sonra onları renklendirir. Bu özellikleriyle Barbizon Okulu ve Empresyonistler üzerinde etkili olur. Weymout Körfezi'nde kompozisyonun üçte ikisini bulutlu ve hareketlilik içindeki gökyüzü oluşturur. Gökyüzünün kasveti ve dalgalı deniz fırtına habercisidir. Uzaklardaki tepelerin önünde bir çoban ve sürüsü görülür. Ön planda şapkalı küçük bir figür kayığın bulunduğu yere doğru yürür. Kapalı ve rüzgarlı bir havada, dalgalı deniz kıyısında yürüyen insanın doğa içindeki küçüklüğü dikkat çekicidir ve melankolik bir etki yaratır. 

15 Eylül 2008 Pazartesi

Francisco de Goya ve Savaş

İspanyol ressam Francisco de Goya (1746 - 1828) resim öğrenmeye çok küçük yaşta başlar. Roma'da İtalyan sanatını inceler. Halk arasında yaşar ve Fransız - İspanyol savaşına katılır. Halk, saray ve gündelik yaşam sahnelerini konu olarak seçer. Resimlerinde ve taşbaskılarında toplumsal olaylar, acımasızlık, savaşların kötülüğü ve yıkımları ürkütücü bir görünümdedir.


'3 Mayıs 1808' halk ayaklanmasının bastırılmasını ve savaşın dehşetini gösteren bir örnektir. Kurşuna dizilmiş olan direnişçiler yerde kanlar içinde yatarlar. İlk dikkat çeken beyaz bir gömlek ile sarı pantolon giymiş ve ellerini havaya kaldırmış kişidir. Korkuyla kendisine doğrultulmuş namlulara bakar. Çevresindekiler bu şiddeti görmemek için elleriyle yüzlerini kaparlar ve dua ederler. Silahlarını doğrultmuş dizili askerler ise acımasız görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye odaklanmışlar. Tepelerin arkasında bir manastır görülür. Gökyüzü karanlıktır. Kasvetli resmin en ışıklı bölümü beyaz gömlekli figürün çevresidir. Buradaki aydınlık olması gerekenden fazla gibidir. Goya'nın bu resimle birlikte 85 gravürünün konusu İspanya’nın Napolyon’un işgaline uğraması ve savaştır.

Goya hayatının son yıllarında karabasanları, hayallerini, korkularını çizer ve bu çalışmalarıyla resim sanatının gelişmesine katkı sağlar. Sanatçı içsel görüntülerini kağıda veya tuvale yansıtır. Gizemli yaratıklar, büyücü kadınlar, karaltılar, dehşetli ve gülünç olaylar kara bir romantizme dönüşür.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

13 Eylül 2008 Cumartesi

James Ensor ve Ernst Ludwig Kirchner'in Resimlerinde Alay ve Hüzün

Varoluşçu acılarına yanıt aramak için kendini feda ederek resim yapan Van Gogh, içindeki sıkıntılarını yansıtan Munch gibi James Ensor da ekspresyonistlere öncü olan ressamlardandır. Ensor’un (1860-1949) resimlerinde Flaman geleneğine uygun olarak koyu renklere ve alaycı mizaha rastlanır. İçe dönük, insanlara ve dünyaya yabancılaşan bir kişi olarak gerçeklerden uzaklaşmayı tercih eder. Toplumun yaşam biçimiyle, davranışlarıyla, ikiyüzlülüğüyle dalga geçer ve bunları gülünç maskelerle, melankolik koyu renklerle resmeder. Bu tutumuyla Rönesans Flaman ressamlarından Bosch’un ve Brugel’in devamı gibidir. Çocukluğunda babasının kabuklu hayvan dükkanındaki deniz kabukları ve tavanarasına atılmış maskeler onun imgelem gücünü besleyen öğelerdendir. Ostente kentinin plajlarındaki, balolarındaki ve karnavallarındaki insanları kalabalık olarak tasvir etti. Ostente’nin gündelik yaşamı ona ve sanatına belirgin bir mizah verdi (1).

10 Eylül 2008 Çarşamba

Sözler

Eyleme bağımlı insan sonsuzluğu kaybeder çünkü yaptıkları için kaygılıdır. Olasılıklar dünyasında gezinen ise hiçliği duyumsar.

İnsan yaşadıkça hayat içine çekecektir. Toplum uzak durana karşı kıskançtır ve gelip kapıyı çalar.

İletişimde soru sormamak, sadece anlatılmak isteneni dinlemek ve onaylamak ilgisizliktir. "Anlattıkların umurumda değil aslında" demektir.  Anlatan kişi soru sorulmasını mı ister yoksa durmadan konuşmayı mı?

Rahatsız olanların yanında sigara içenler düşüncesiz ve saygısızdır. Kendi özgürlüğünü savunurken başkasının özgürlük alanına girer.

Ölüm mutlu olmak isteğini güçlendirir. Kimisi ölüm sonrası hayata inanmaz. "Hayat kısa. Onu en güzel şekilde ve istediği gibi yaşamalı" düşüncesine sığınır. Kimisi de bu dünyanın gelip geçiciliğinin uyandırdığı tatlı hüzünle yaşar. Yaşamını güzel ve anlamlı kılmaya çalışırken öteki dünyaya da uzak durmaz.

Nalan Yılmaz. 2008.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

8 Eylül 2008 Pazartesi

Şeker Ahmet Paşa'nın Hayatı - 1

1841 yılında Üsküdar’da doğan Şeker Ahmet Paşa’nın babası Ali Efendi’dir. Gerçek adı Ahmet Ali olan ressam, çocukken eniştesi Yahya Paşa tarafından himaye edilir. 1846 yılında beş yaşındayken Üsküdar İlkokulu’na başlar. On dört yaşındayken sınavla girdiği Tıbbiye Mektebine kısa bir süre devam eden Şeker Ahmet Paşa doktorluğun kendisine göre olmadığını anlayıp okuldan ayrılır ve 1856 yılında Harbiye Mektebi'ne geçer.

Şeker Ahmet Paşa resme olan ilgisi nedeniyle bu alanda kendini geliştirmek için çok çalışır. Bu çabaları on sekiz yaşındayken Harbiye Mektebinin resim öğretmenliği bölümüne atanmasını sağlar. Harbiye Mektebi'nden en üst dereceyle mezun olur. Sanata düşkün bir padişah olan Abdülaziz teğmen Şeker Ahmet Paşa’nın çalışmalarını gördükten sonra onu resim eğitimi alması için 1861-62 yıllarında Paris’teki Mekteb-i Osmani’ye gönderir. Mekteb-i Osmani Paris’e eğitim için gönderilen gençlerin dersleri izleyebilecekleri bir düzeye getirilmeleri ve disiplin altında tutulmaları için açılan bir okuldur. Öğretim kadrosunun çoğunluğu Fransızlardan oluşan bu okul 1860’da kurulmuş ve 1878’de Fransa-Prusya savaşı sonrasında kapanmıştır...

6 Eylül 2008 Cumartesi

Deniz Kabukları ve Rüzgar Çanı

Dün sabah kız kardeşim, Tayland'ın Phuket'ten sonra 2. büyük adası olan ve beyaz kumlu kumsallara, durgun turkuaz denize sahip Ko Chang'den deniz kabukları, deniz minareleri ve rüzgar çanı getirdi. Deniz minareleri daha önce gördüklerimden farklı. İnce, uzun ve pürüzsüzler. Deniz kabuklarından yapılmış rüzgar çanının benzerlerini ise Bodrum'da görmüştüm. Orada satılan kırmızı deniz yıldızları da göz alıcıydı. Herhangi bir sahilde güneş ardında müthiş renkler bırakarak denizin üzerinden batarken, çeşitli renklerdeki taşları, kabukları ve deniz yıldızlarını toplamak ve hafif dalgayla kıyıya vuran suyun sesini dinlemek sonsuzluk hissi uyandıran dingin ve huzurlu bir ortam oluşturuyor. Kaçırılmayacak anlardan biri bu. Bir de sabahın erken saatlerinde, tüm kumsal boyunca kimsenin girmediği durgun denizde yüzmek inanılmaz bir keyif. Geçmiş yazlardan birinde kuzey Ege sahillerinde 7.00 civarında sisli bir havada denize girmiştim. Sise doğru yüzmek o andan kopmamı sağlayan bir eylemdi. Grinin tonlarında bir bulut içinde kaybolmak. Başka boyutlara geçmek gibiydi ve unutulmaz anlardan biriydi. 


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...