25 Kasım 2016 Cuma

Melankoli Kitapları


2001 yılında doktoraya devam ederken bir ders semineri için 35 kitaptan ve çok sayıda makaleden araştırdığım (Batı Resminde Melankoli) melankoli çok sevdiğim konulardan biri. 90'lı yıllarda da zaten özellikle 19. yüzyılda yaşamış melankolik ressam, müzisyen, şair, yazar, filozof, bilim adamı vb. aurasına girmiştim. Melankolinin tek başına hissedilen tatlı hüznüne kapılmak garip ve hoş bir duyguya neden olurken içinde kaybolunca saatlerin nasıl geçtiğini anlamak da zorlaşıyor. Bunu kendisiyle kalmaktan sürekli kaçanların ve hep başkalarıyla birlikte ve kalabalıklar içinde olmak isteyenlerin deneyimlemesi zor. Kendisiyle kalamayan düşüncelere de dalamaz. Kalabalık içinde oluş da aslında yalnızlıktan ve kendisiyle karşılaşınca içindekilerden korkmanın sonucudur. Önce kendini bilmenin ve varoluş üzerine düşünmenin dünyadaki en gerekli şey olduğunu inkar etmek aranılan, umulan beklenen mutluluğa götürmez. Nereye gidersen git, hangi eylem içinde olursan ol kendinlesin... O halde Dephoi'de Apollona adanan tapınağın girişinde de yazdığı gibi 'Kendini Bil'...

5 Kasım 2016 Cumartesi

Zamanın Sarkacındaki Adam

İstanbul Kültür Üniversitesi'nde İKÜSAG'ın gerçekleştirdiği Burhan Uygur "Zamanın Sarkacındaki Adam" adlı sergi 2 Kasım Çarşamba günü serginin koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Üstünipek, İKÜ Rektörü Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir ve İKÜ Mütevelli Heyet Başkanı Dr. Bahar Akıngüç'ün konuşmalarıyla açıldı. 23 Kasıma kadar gezilebilecek sergide çeşitli koleksiyonlara ait ve sanatçının her döneminden özellikler yansıtan farklı tekniklerdeki 37 eser sergileniyor. İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat Galerisi'nin (İKÜSAG) 2016-2017 Sanat Sezonundaki ikinci sergisinde Burhan Uygur'a yer veriyor. 1992 yılında 52 yaşında aramızdan ayrılan ressamla ilgili bu blogda  6-7 yazım bulunduğundan ayrıntılı bilgilere girmeyeceğim. Sergi Kataloğu'nda da yer alan Burhan Uygur'un Sanatı ve Burhan Uygur - Sergiler, Ödüller, Kitaplar adlı yazılarıma bakılabilir. 

Burhan Uygur, Ressam ve Çulsuz Modeli, 9  x 13 cm, Fotoğraf  üzerine desen, Nazmi Yılmaz Ailesi Koleksiyonu

18 Ekim 2016 Salı

Zarif Basitliğin Yüceliği: Şibumi ve Sakura

http://nalanyilmaz.blogspot.com.tr/2016/04/baltaliman-japon-bahcesinde-sakuralar.html
90'ların sonunda adını sıkça duyduğum bir kitaptı Şibumi. Trevanian takma adlı gizemli yazarın bu kitabını okumaya başlamam epey geç oldu. Popüler olan şeylere bazen kuşkuyla yaklaşıyor insan. Bir de roman seçimi önemli. Boşa vakit kaybetmemek açısından. O yıllarda çok kitap okuyan kız kardeşim kitabı okumuş, etkilenmiş ve hatta bir Go Oyunu satın almıştı.  Ben ise aylar önce elime aldığım kitabın 25-30 sayfadan sonra devamını getiremedim. Oysa biraz daha sabredip Nicholai Hel'in Şanghay'da başlayıp Japonya'da devam eden hikayesinin anlatıldığı yere kadar gelebilseydim elimden bırakamayacağım kesindi. Nitekim dünden beri öyle oldu.  Nicholai Hel'in Japon general Kişikava Takaşi ile -II. Dünya Savaşı yıllarında- olan konuşmaları çok şey içeriyor. Kitabın özetini yazmayacağım çünkü her yerde onunla ilgili bilgiye ulaşmak mümkün. Zaten henüz 200. sayfadayım. Sadece Japon kültüründeki inceliklerin de bir anlamda tanımı olan Şibumi ile ilgili alıntılara yer vereceğim -bunun için kitabın bitmesini bile bekleyemedim :).- Daha önce Japon Kültüründe Sadelik, Ukiyo-e ve Hokusai, Japon Bahçesi, Wabi Sabi ve Ahşap Kapıların Gizemi adlı yazılarımda Japon kültürü ve sanatına değinmiştim...

20 Eylül 2016 Salı

Bauhaus Mobilya Tasarımı

De Stijl’in topluma yönelik estetik görüşü 1919 yılında Walter Gropius tarafından Weimar'da kurulan Bauhaus Okulu tarafından da hayata geçirilir. Bauhaus plastik sanatları bir bütün olarak ele alıp sanatın topluma hizmet etmesi gerektiğini; sanatçı ve zanaatçı arasında fark olmadığını ileri sürer. Usta çırak anlayışıyla yararlı üreticiler yetiştirmeyi amaçlar. Sanat, toplum, endüstri ve el sanatları birlikteliğiyle, insanın tüm yaşantısını içine alan; konuttan en küçük kullanım eşyasına kadar uygulanabilirlik ve işlevsellik önemsenir. Bauhaus ilkelerine göre makine, teknik, endüstri ve seri üretim çağdaş uygarlık için gereklidir. Tasarımcı toplum için ulaşılabilir sanat eseri sağlayabilmelidir.

10 Eylül 2016 Cumartesi

James Ensor'un İronik Resimleri

Varoluşçu sıkıntılarına yanıt aramak için kendini feda ederek resim yapan Vincent Van Gogh, acıyla, hastalıklarla ve ölümlerle dolu yaşamı sanatını da etkileyen Edvard Munch gibi James Ensor da Ekspresyonistlere öncü ressamlardandır. Brüksel Akademisi’nde eğitim gören Belçika’lı Ensor (1860-1949) ilk zamanlar dini ve tarihi konular, sonraki yıllarda empresyonist özellikler gösteren portreler üzerine yoğunlaşır. Yine de yöntemi onlardan farklıdır. Ensor da öncelik nesnede değil ışıktadır. Işık onun için tek ve bölünemeyendir, ressamın ekmeğidir, duyuların kraliçesidir ve aydınlığı getirecek olandır. Çocuğu olmayan sanatçı ışığı kızı olarak tanımlar. Kurucularından biri olduğu yeni sanatsal gelişmeleri teşvik eden avangard grup Brüksel XX’nin diğer sanatçılarıyla belirgin görüş farklıları yaşar. Sanat eleştirmenlerinin sert bir şekilde eleştirdiği grup on yıl sonra dağılır.

Ensor’un çocukluğunda tavan arasında bulduğu maskeler, kuklalar ve babasının dükkânındaki deniz kabukları, egzotik oyuncaklar imgelem gücünün gelişmesinde rol oynar. Yaşadığı kent olan Ostende’nin gündelik yaşamını özellikle baloları, karnavalları, festivalleri ve plajları kalabalık sahnelerle resimlerine aktarır. Gönül gözüyle gören, içe dönük, insanlara ve dünyaya yabancılaşan bir kişi olarak gerçeklerden uzaklaşmayı tercih eder. Resimlerinde, baskılarında ve çizimlerinde koyu renklere ve alaycı mizaha rastlanır. Toplumun yaşam biçimiyle, davranışlarıyla, ikiyüzlülüğüyle acımasızca dalga geçer. Toplumsal sahteliğin simgesi gördüğü çılgın maskelerle yozlaşmayı yansıtır. Bu tutumuyla Rönesans Flaman ressamlarından Bosch’un ve Bruegel’in alay eden geleneğini devam ettirir. 

31 Ağustos 2016 Çarşamba

İznik'te Tarihin İzinde

Bursa iline bağlı ve gölün doğu kıyısında kurulu olan İznik tarihi ve doğal güzellikleri,  dini ve sivil mimari eserleriyle birlikte Osmanlı'da çinicilikte de özel bir yere sahip.  Bitinya Krallığı, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu için önemli bu yerleşim surlarla çevrili. Günümüze kadar ulaşan 5 km uzunluğunda ve 13 m yüksekliğindeki  surların 114 burcu,  4 ana kapısı (İstanbul, Lefke, Yenişehir ve Göl Kapı), 12 tali kapısı var. Roma Dönemine tarihlenen surlar kuşatmalar nedeniyle sürekli tahrip olduğu için onarım görmüş. Bugün İstanbul, Yenişehir ve Göl Kapı araç ve yaya trafiğine açık.

Bizans, Selçuklu ve Osmanlı'nın kısa bir süre başkenti de olan İznik eski adıyla Nikea dikkate değer bir ilçe... Çok sayıda uygarlığın yerleştiği antik kent türbeleri, camileri, kiliseleri, hamamları, surları, tiyatrosu ve diğer yapılarıyla  açık hava müzesini andırır. Altınşehir İznik'e en az bir günü ayırarak gezmek Anadolu'nun kültürel ve tarihi zenginliğini keşfetmek açısından harika bir fırsat.

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Romantizm ve Sanat

18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar süren ve edebiyatta, felsefede, sanatta, müzikte görülen Romantizmde yaratıcılık ve bireysellik vurgulanır. Uzak ve ulaşılmaz olanın özlemini duyan Romantikleri gece, alacakaranlık, düşler, doğa, eski uygarlıklardan kalıntılar ve doğaüstü şeyler çeker. Gerçeklikten, toplumsal sorunlardan kaçarak geçmişe, kasvetli, esrarengiz ve gizemli olana* ilgi gösterirler. Özgürlük, yalnızlık, tinsellik, duygular, içe yönelme ve sezgiler önemsenir. Doğa ve insan kaynaşır. Romantik kişi bireyseldir, dâhilere özgü bir tembelliğe sahiptir, kendi varlığında kendini uyumsuz, aykırı biri olarak duyumsar. Duygular ile gerçek dünya arasındaki fark büyüktür. Bütün bu özelliklerden dolayı romantiklerin pek çoğu melankoliktir ve genç yaşta genellikle veremden ölürken bazıları da intihar eder.

Genç dehalardan Novalis gecenin gündüze üstünlüğünden, gizemli karanlıkların ayartıcılığından söz eder. Novalis’e göre: Gizemli yol içe açılandır. Doğa uçsuz bucaksız bir simgedir. Evren insanın içindedir ve insan evrenin sırlarını çözmek için kendine yönelmelidir. İngiliz şair Shelley evrenin ruhu olduğuna inanır. Kederli Alman şair Hölderlin’in şiirlerinde doğaya övgü vardır ve doğanın insanı içinde bulunduğu kuşkulardan, çaresizlik hissinden kurtaracağı belirtilir. Çağın hüznünü yansıtan Chateaubriand kurulu düzeni yadsır. Çalışmalarında yaşama duyduğu kini ve umutsuzluğunu işler. Başka bir romantik Lamartine'in şiirlerinde ise hiçlik ve boşluk duygusu egemendir. Hayatının son dönemlerinde öncekine oranla daha acı bir kederle yazılmış içe kapanık ve dağınık şiirleri vardır. Romantiklerin en yalnızı Gérard de Nerval'dır (1808–1855). Bilgilerinin aşırılığından beynine fazla yüklenme olan ve mistik hezeyan krizlerinin ardından sekiz ay tımarhanede kalan Nerval bu dönemden sonra simyacılığa, parapsikolojiye, metafiziğe, mitolojiye ilgi gösterip bu konuları araştırır. İmkânsız aşkına kavuşamaması hastalığını ilerletir...

31 Temmuz 2016 Pazar

Son Günlerde Blog ve Yazı Yazmak

Bir süredir bloga yazı ekleyemedim. Bunun sebebi son zamanlarda her şeye karşı biraz ilgisiz olmam. Bu da iyi değil tabi devam ederse melankoliye kapılmak mümkün. Sanki dünyada her şey kötüye gidiyor, insanlık bir kaosa ve karanlığa sürükleniyor... Her yerde acılar artıyor... Acımasızlık, zalimlik, vicdansızlık, kötülük, bencillik dünyaya hakim oluyor.  En çok da komşumuz olan ülkedeki iç savaşın neden olduğu korkunç sonuçlar son derece üzücü... O kadar yakınımızda ki... Hayatını kaybedenler, doğup büyüdükleri toprakları terkedip bilinmezliğe yol alanlar... Bir ülke ve vatandaşları parçalandı. Ayrıca ülkemizde de terör örgütünün saldırıları sonucu her gün şehit veriyor ve yine terör örgütlerinin düzenlediği halkı hedef alan dehşetli patlamalarda insanlarımızı kaybediyoruz. Ulusal güvenliğimize yönelik ciddi tehditlerle mücadele ediyoruz. Hepimiz aynı dünyada yaşadığımıza göre uzakta veya yakında felaketlere üzülmemek imkansız. Dünyaya korku yayan olaylara karşı gelecek için umutlu olmak zorlaşıyor. Yine de insanlara, hayvanlara ve doğaya her zaman sevgiyle, iyilikle, vicdanla yaklaşıp tek haklı kendimizmiş gibi davranmadan, kibire kapılmadan, farklı olanı dışlamadan hayata tutunabilmek, evrensel insani değerlere saygı göstermek gerekiyor. Zor zamanlardan geçen güzel ülkem ve dünya için huzur, barış ve sevgi diliyorum...

Aslında bloga yazmaya başlayıp da ilerleyemediğim birkaç yazı taslağı var: Mesela Amasya, Konya, Kaş, Ksanthos, Patara, Letoon, Tlos gezileri, Empresyonizm, Sembolizm, Romantizm, Barbizon Okulu gibi konular... Bakalım -Türkiye ve dünya gündemi hayati konularda böylesine yoğunken- gelecek günlerde yazma ve araştırma isteği bulabilecek miyim?

*****Bu sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.    Creative Commons License

21 Haziran 2016 Salı

Adımız Miskindir Bizim


Athena - Adımız Miskindir Bizim (Düet: Mazhar Alanson)

Adımız miskindir bizim* / Düşmanımız kindir bizim / Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdir bize / Kamu alem birdir bize /
Biz bu dünyadan gider olduk / Kalanlara selam olsun
Bilmeyen ne bilsin bizi / Bilenlere selam olsun

*Yunus Emre'nin 'Biz Kimseye Kin Tutmayız' şiirinden

14 Haziran 2016 Salı

Sudaki Van Gogh

Geleneksel Osmanlı Sanatı olan Ebru'da en sevdiğim ressamlardan biri olan Vincent van Gogh'un resimlerini görmek ne hoş... Video ve çalışma Garip Ay'a ait. 


20 Mayıs 2016 Cuma

Van Gogh Shadow




1. Fishing Boats on the Beach at Saintes-Maries  2. Langlois Bridge at Arles  3. Farmhouse in Provence   
4. White House at Night  5. Still Life 6. Evening The Watch (after Millet) 7. View of Saintes-Maries  
8. Bedroom 9. Factories at Asnieres Seen  10. White House at Night  11. Restaurant 
12. First Steps (after Millet)  13. Self-Portrait

Music: Experience - Ludovico Einaudi

5 Mayıs 2016 Perşembe

Çikolata Aşkına


Çikolata hem de en koyusundan. Dark - bitter - koyu - siyah çikolata. Uzun yıllardır tercih edilen hep koyu çikolata ama zaman içinde yüzde oranı değişti. % 60, % 70, % 72, % 80 derken % 85'te takıldı :). Bu tat iyi geldi hem de ne kadar az şeker o kadar sağlık.  Şeker oranı yüksek her türlü tatlı rahatsızlık verdiği için dışarıdaki pastane tarzı yerlerin ürünleri yerine evde az şekerli veya akçaağaç şurubuyla, hurmayla, pekmezle, balla tatlandırılmış kekler, muffinler, brownieler, pudingler yapmak çok daha iyi...

29 Nisan 2016 Cuma

12. Yıl Anısına

Ressam Nazmi Yılmaz'ın (23 Ocak 1944, İstanbul - 29 Nisan 2004, İstanbul)
Kişisel ve Karma Sergilerinden Seçme Davetiyeler ve
Basından Seçme Yazılar

Hayattan ayrılışının 12. yılında özlem, sevgi ve saygıyla anıyorum... 
 

26 Nisan 2016 Salı

Heinz Mack: Işık, Renk, Hareket ve Ritim

Sanatım, dünyanın tüm çirkinlikleri giyinmiş perişanlığına, mutlak güzellik ile karşı duruş niteliğindedir.” sözlerinin sahibi Alman sanatçı Heinz Mack’ın Sakıp Sabancı Müzesi’nde 18 Şubat’ta açılan sergisi 17 Temmuz’a kadar ziyaret edilebilecek. Müzede 2 Eylül’den 10 Ocak’a kadar süren bir önceki sergide ‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’da uluslararası sanat ağı  ZERO’nun üç kurucu üyesinden biri olan Heinz Mack’ın da eserleri yer alıyordu.  O sergide de görülen terastaki anıtsal çalışma ‘Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü’ ile birlikte, ‘MACK. Sadece Işık ve Renk’ adlı kapsamlı sergi, öncü sanatçının 1950’lerden 2015 yılına kadarki 100’den fazla eseriyle 60 yıllık sanat kariyerini takip etme fırsatını sunuyor. Sergiye konferanslar, eğitim programları, atölye çalışmaları gibi etkinlikler ve bir katalog eşlik ediyor.

Müzenin üç kattaki sergi salonlarında Resim, Heykel, Sahra Projesi, Mürekkep Çizimleri, Çöl Rölyefleri, Kinetik ana başlıklarıyla sanatçının rotorları, ışıklı objeleri, duvar ve yer rölyefleri, heykelleri, kâğıt üzerine Hint mürekkebi, pastel, füzen ile çizimleri, grafikleri, “Kromatik Takımyıldızlar” adlı çok renkli tuval resimleri ve açık alanlar için tasarladığı yerleştirmeleri görülüyor. 1960 sonrası doğanın sanatsal mekânlara dönüştüğü Arazi Sanatı’nın örneği çöl yerleştirmelerinden ikisi müzenin galerilerindeki zeminlere uygulanmış. Çöl kumuyla oluşturulan bu yerleştirmeler ışığı ön planda tutarken doğal ve yapayın birlikteliğini de ortaya koyar. Farklı tekniklerde ve malzemelerle çalışmayı tercih eden Mack, o malzemenin içyapısını çözmeyi ve maddenin görünümünü tamamıyla değiştirip ruh katmayı hedefler. Çocukluğu ormanlarla çevrili kırsal alanda geçen sanatçı doğadan dönüştürülen endüstriyel formlarla ilgilenir. Teknolojinin doğayı ve insanlığı yok edici yanı olmakla birlikte onun içindeki yapıcı ruhu ve enerjiyi açığa çıkarmayı önemser.

15 Nisan 2016 Cuma

MACK. Sadece Işık ve Renk

               Heinz Mack - "MACK. Sadece Işık ve Renk"  
Sakıp Sabancı Müzesi - 18 Şubat - 17 Temmuz 2016


7 Nisan 2016 Perşembe

Baltalimanı Japon Bahçesi'nde Sakuralar

Emirgan'daki Sakıp Sabancı Müzesi'ne giderken her seferinde önünden geçip "buraya mutlaka Nisan ayında gelmeliyim" dediğim Japon bahçesi harika bir yermiş meğer. Mevsim normallerinin biraz üzerinde bir hava vardı dün ve baharın tüm güzelliği hissediliyordu. Hafta içi gündüz saatlerindeki kalabalık hafta sonunu aratmıyordu. Aslında son yıllarda kalabalık açısından hafta sonu hafta içi ve sabah, gündüz, akşam fark etmiyor. İstanbul her zaman kalabalık ve yoğun bir trafiğe sahip. Sabancı Müzesi'nde 'Heinz Mack: Sadece Işık ve Renk' sergisini gezdikten sonra Emirgan Sütiş'te kısa bir süre oturup vakit kaybetmeden Baltalimanı'na yürüdüm. 

Baltalimanı Japon Bahçesi'ne giriş ücretsiz. Bahçe küçük ama estetik düzenlemesi ve ayrıntıları dikkat çekici. Geçen yıl Mayıs ayında Konya ile Kyoto arasında kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla yapılmış ve 36 bin metrekarelik alana yayılmış Konya Japon Parkı'nı gezmiştim. Güzel bir parktı ama Sakura zamanı geçmişti. Oysa şimdi Nisan'ın ilk haftası tam zamanı. Baltalimanı'ndaki Japon Bahçesi 2003 yılında Japonya'da Türk yılı ilan edilmesinden, Shimonoseki ile İstanbul'un iki kardeş şehir olmasından dolayı ve Türk-Japon dostluğunu geliştirmek için yapılmış. 2010 yılında yeniden düzenlenmiş. İyi ki İstanbul'a böyle bir bahçe kazandırılmış keşke sayıları artsa...

20 Mart 2016 Pazar

Empresyonizme İlk Tepkiler

Fransa’da 19. yüzyılda aynı dönem içinde veya birbirini takip ederek tepkisel olarak ortaya çıkan yeni sanat anlayışlarının hepsi edebiyat, felsefe, bilim ve müzikle desteklenir. Fransa kültürün yaygınlaştığı, yazılı kaynakların, bilgilerin arttığı, endüstrinin sağladığı imkânlarla bu dönemde ekonomik açıdan da güçlenir. Burjuva sanatı takdir ederek dinin yerine koyar ve tüm sanat dallarına değer verir. Yeniden üretimlerle sanat halk için de önem kazanır. Sadece sanatçılar değil sanat ticareti yapanlar da bu oluşumda yer alırlar. 

Nesnelerin biçim ve renklerinin ışığa göre değişimlerini veren Empresyonizm -İzlenimcilik- zaman içinde etkisini yitirir. Paul Cezanne resmin giderek kaybolmasının tersine çizimi, kompozisyonu, sağlam biçimleri ve kalıcılığı önemser. İzlenimcilerin resmi çözüp dağıtmasını doğru bulmaz. Resmi çizilen şeyin varlığında cismin eksiksiz kavranmasında görür. Geçici ve öznel izlenim yerine resmi bir kurgu olarak düşünür. "Çizimin ve biçimlendirmenin sırrı, tonları birbirine kontras ya da uyum oluşturacak şekilde düzenlemekte yatar." Geometrik şekiller doğanın özüdür. Sanatçı doğanın özünü çıkarmalı, kalıcı olanı verebilmelidir. Anıtsal hacimli figürler, geometrik düzlemler, renk ve ışıkla hacim ve perspektif vermek, yatay ve düşeylerle denge kurmak, kübik formlar kullanmak, Cezanne'nın resimlerindeki özelliklerdendir. Özellikle hacim ve nesnelerin yapısı üzerine çalışmalarıyla ve "Doğadaki her şey küre, koni ve silindir gibi modeller alır kendine. Ressamlar bu basit formlara dayanarak resim yapmayı öğrenmelidirler." sözüyle nesnelerin kavramını sorgulayan Kübizm'in doğuşunda etkisi vardır. Kübistlerin hacim araştırmaları geleneksel sanattan kopuşu getirir. Hacim tek bakıştan değil farklı taraflarından da gösterilir..

11 Mart 2016 Cuma

Ünlü Sanat Eserlerini Canlandıran Çocuklar

Prag’da yaşayan grafik tasarımcı ve fotoğrafçı Lucie Kruta 5 yıldır ünlü sanat eserlerini farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Üç çocuğunu model olarak kullandığı düzenlemelerinin fotoğraflarını ‘RembrandtedKids’ adlı blogunda paylaşıyor. Sanat tutkunu anne “sanatın oyunlardan, oyunların da sanattan esinlendiğini” ifade ediyor. Başlangıçta sadece tuhaf ve çılgın bir fikirken, zamanla sanat ve oyun iç içe geçip yeteneklerin de ortaya konulduğu eğlenceli bir üretime yol açıyor. Hem çocuklarıyla birlikte vakit geçirip hem de sanatsal çalışmalara yönelik etkinlikte bulunmak, bu projenin devamlılığını da sağlıyor ve yaşam tarzı haline geliyor.

Bir sanat eserini yeniden ele alma ve canlandırma pek çok kez uygulanan bir yöntem aslında. Edebiyatta, tiyatroda, sinemada, modada, dekorasyonda, grafik tasarımlarında, endüstri ürünlerinde, gıda sektöründe vb. alanlarda örneklerine rastlamak mümkün. Lucie Kruta da ünlü resimlerdeki figürlerin yerine çocuklarını yerleştirip fotoğraflarını çekiyor. Resimlerdeki figürlerin etrafındaki nesnelere ve bulundukları ortama yakın bir atmosfer sağlayarak yapılandırdığı bu düzenlemelerle kızı Natty’nin, oğulları Olive ve Victor’ın sanatsal yeteneklerini de gözlemleme şansı buluyor. Çoğunlukla kendiliğinden bir gelişimle ilerleyen çalışmalarında fotoğraf ve resim arasında da bağ kurarken her iki disiplinin biçimsel özelliklerini göz önünde bulunduruyor...

5 Mart 2016 Cumartesi

Gustave Courbet'nin Gerçekçi Resimleri

Fransa’nın İsviçre sınırı yakınındaki küçük bir kasabanın zengin bir ailesinden gelen ve hukuk öğrenimini bırakarak resim derslerine devam eden Gustave Courbet’de (1819-1877) sanat günlük yaşamın içinde sosyal gerçekliğin gösterildiği, alışılmadık ve rahatsız edici bir araca dönüşür. Figürlü resimlerindeki ideal vücut ölçülerinde olmayan, doğal davranışlarıyla iri yarı ve basit kişiler tepki toplar. Seyredene hoş duygular vermeyen gerçekçi konuları ve figürleriyle toplumsal eleştiri kavramını resme taşır. Özellikle Klasik ve Romantik anlayışı reddedişinin ve Realizmin simgesi olan; idealize edilmemiş yırtık giysili köylüleri tasvir ettiği ‘Taş Kırıcılar’ ile keder ve yas gibi gerçek deneyimlerin hiç abartmadan canlandırıldığı, sanatçının aile çevresinden kişilerden oluşan kalabalık figürlü ve büyük boyutlu ‘Ornans’da Gömme Töreni’ tepkiyle karşılanır. Eski denenmiş yöntemler yerine yeni arayışlar içinde olan Realizm'in kurucularından Courbet, ölümün herkesin başına geleceğini vurguladığı ve kuralları yıkan ‘Ornans’da Gömme Töreni’nin Romantizm'in mezarı olduğunu da belirtir...

29 Şubat 2016 Pazartesi

Realist Ressam: Jean François Millet

Çiftçi bir ailenin çocuğu olan Barbizon Okulu kurucularından ve manzara ustalarından Jean François Millet (1814-1875) doğayı yücelten görünümlerle birlikte kırsal kesim insanını da resmettiği için Realisttir. Louvre Müzesi’nde İtalyan ressamlarını ve Fransız klasiklerini özellikle figürlü veya figürsüz manzaralarıyla ünlü Nicolas Poussin’i inceler. Fransa’da çalışan insanlar sanatçıların ilgisini çeker. Akademiye ve Romantizm’e karşı çıkan Millet Paris dışındaki alanlarda çalışanların duruşlarını, hareketlerini coşku ve heyecan katmadan olduğu gibi gösterir. Günlük ve çalışma hayatının her anını detaylarıyla verirken görülen gerçeğin aktarılmasını önemser. Resimlerinde Barbizon Okulu'ndan farklı olarak manzara içinde insan figürü ön plandadır. Aynı konuyu pek çok kez ele aldığı desenlerini ve kalın fırça darbeleriyle açıklı koyulu lekelerle ve ışıkla resimlerini oluşturur. 1864 yılından sonra topladığı Japon baskıları onun için esin kaynağı olur.

Millet’in kendi anılarından yola çıkarak yaptığı, en bilinen tablolarından küçük boyutlu ‘Akşam Duası’nda güneş batmak üzereyken, arka plandaki kilisenin çanı çalınca patates toplamayı bırakıp Angelus duasını eden köylüler görülür.
19. yüzyılda dua sahneleri ilgi gören konulardan biridir. Geniş düzlük bir arazide patetes hasatı yapan işçilerin etrafında sepet, çatal, çuval ve el arabası vb. nesneler yer alır. Sanatçı köylülerin günlük yaşamının değişmez ritimlerindeki kısa bir anı yakalayıp resmeder. Işık duruşları vurgularken yüzleri gölgede kaldığı için tam seçilemeyen kadın ve adamdan oluşan anıtsal iki figür içsel değerleri, Tanrı’ya saygıyı, toprağı, emeği ve çalışmayı simgeler. Orijinal adıyla L'Angélus 20. yüzyılda dünyaca ünlü bir ikon haline gelir...

21 Şubat 2016 Pazar

Gölbaşı - Trysa Mezar Anıtı’nda Kentaurlar

Kentauros ya da daha çok bilinen adıyla Kentaur belden yukarısı insan, aşağısı at olan, Mezopotamya kökenli karışık* yaratıklardandır. İlk olarak I. Ur Sülalesi Dönemi’nde (M.Ö. 2500-2350) ve Akad Dönemi’nde (M.Ö. 2350-2150) boğa-kentaurlar yanı sıra, Kassitler zamanında (M.Ö. 16 - 12. yüzyıl) Babil sınır taşları -kudurru- ile kanatlı, konik şapkalı ve kılıçlı olarak bir antilopu yakalarken silindir mühürler üzerinde görülür. Ayrıca Mitanni etkileriyle Orta Asur Dönemi’ndeki mühürlerde tasvirleri vardır. Kanatsız aslan gövdeli Urmahlullû Ninova’da Asurbanipal’in sarayındaki banyoyu kötü ruhlardan koruyucu görevini üstlenir. Gövdenin aslan olması sfenkse de yakındır ama sfenks kanatlı ve genellikle kadın başlıdır. Mezopotamya’da tasvirlerine rastlanan fantastik yaratıklardan Kentaur sonraki yüzyıllarda Suriye, Fenike, Anadolu, Girit - Miken ve özellikle Yunan sanatlarında çok karşılaşılan bir figür olur. Yakın Doğu ve Anadolu uygarlıkları etkili stilde -Orientalizan- M.Ö. 720’lerden itibaren en çok vazolarda, tapınak frizlerinde, altın levhalarda, bronz eşyalarda yer alan Kentauros çoğunlukla at bacaklarına sahiptir ama ön bacaklarının insan bacağı gibi gösterildiği örnekler de vardır.

1 Şubat 2016 Pazartesi

Arkaik Dönem Grifon Protomları

Mezopotamya kökenli karışık yaratıklardan grifonlara Yunan Sanatı'nda da özellikle Doğu etkilerinin görüldüğü M.Ö. 8. yüzyıl sonlarından itibaren sıklıkla rastlanır. Lahitlerde, tapınak frizlerinde, vazolarda, bronz eşyalarda, takılarda ve sikkelerde tasvirleri yer alır. Ayrıca hayvan figürünün üst bölümü olarak dekoratif amaçlı protomlarda da görülür. Çoğunlukla büyük bronz kazanların kenarlarını süsleyen kulp işlevleri vardır. Üstün bir işçilik örneği olan dökme veya çekiçlenmiş grifon başları Olimpia, Etruria, Delfi ve İyonya'da bulunmuştur. Mezopotamya ve Anadolu etkilerini göstermekle birlikte Yunan tasvirlerindeki korkutucu grifonlar; genellikle ağızları açık kartal başlı, gagalı, kanatlı ve aslan gövdelidir.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ndeki 8.5 cm yüksekliğinde bronz bir protomda ağzını ve gözlerini şiddetle açmış grifon boynunun altındaki geniş yuvarlak kısmıyla kazana bağlanır. Böylece kulp işlevi görür.  Milet'te bulunan ve M.Ö. 7. yüzyıl ilk çeyreğine tarihlenen bu protomun alnının üzerinde yuvarlak bir topuz, kırık eşek kulakları, boynuna inen kıvrımlı saç lülesi dikkati çeker. Yüzü ve boynu balık pulu biçimindedir.

23 Ocak 2016 Cumartesi

Tuvallere Aktarılmış Gerçek Görüntüler

https://picasaweb.google.com/flaneurny/RessamNazmiYLmaz#5906730378900629362 "Resimlerimde yaşanan, hayattan etkilendiğim toplumsal konulara yer veriyorum ve bunları figüratif olarak işlemek için gerekli etkilerden yararlanıyorum. Sosyal içerikli toplumsal konuları işlerken kendi iç dünyamı da, gizemli, içe dönük, yarı fantastik olarak aktarmayı tercih ediyorum. Toplumdaki çelişkileri dile getirirken sinemadan, televizyondan, hikayelerden, romanlardan, şiirden, müzikten de faydalanıyorum. Herkesin yüz yüze geldiği, dilinin ucunda olduğu halde söyleyemediği şeyleri resim diliyle gün ışığına çıkarmaya çalışıyorum. Bir açıdan da kendi iç dünyamın çıkmazlarını zorluyorum." 

"Çalışmalarımda mutlaka insan vardır, çünkü insanı kainatın mihveri ve yaratılan en mükemmel varlık olarak kabul ediyorum."

"Resimlerim yaşayan insan hayatının tuvallere aktarılmış gerçek görüntüleridir."   

Nazmi Yılmaz,  (23 Ocak 1944, İstanbul - 29 Nisan 2004, İstanbul)       

Kadın Ruhunu Resmeden Nazmi Yılmaz

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ahşap Kapıların Gizemi

“…Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir / Bir kez girilmiş sokaklar / Açılmamış kapılar…” Cemal Süreya

Mimaride en basit tanımıyla duvar veya bölme boşluğunu geçmek için kullanılan ve açılıp kapanabilen kapılar hep bir gizem taşırlar ve merak uyandırırlar. Kapalıysa ve kilitliyse dışarıda kalanlara ardında barındırdıklarını zihinde canlandırmak düşer. İçeridekiler içinse güven duyulan, dışarının olumsuzluklarından koruyan bir görevi vardır. Sığınaklarımıza girişi sağlayan kapı kapanınca insan gösterişsiz, sade, kendi halinde olmaktan memnun, dış dünyanın gerektirdiği rollere bürünmeden alıştığı, rahat hissettiği dünyaya, yalnızlığına ve içine çekilir. Demir ve çelik kapılar dış dünyadan korunmak için daha sağlam görünmekle birlikte soğuk ve ruhsuzdurlar. Oysa ahşap kapılar geniş kullanım olanağı sağlayan  malzemesinin uyandırdığı etkiyle çevre dostu, geri dönüştürülebilir, sağlıklı, canlı, daha zarif ve estetiktirler. Bazen demir ustalarının yaptıkları da ferforje olarak belli bir dekoratif etki uyandırır ama geçmişten geleceğe açılan ahşabın doğallığına ve sıcaklığına yaklaşamaz. 


6 Ocak 2016 Çarşamba

ZERO ile Yeni Bir Başlangıç 2

Heinz Mack monokrom resimlerinde dinamizm hissi oluşturmak için yüzeyi titreşimliymiş gibi gösteren seri çizgiler uygular. Yine düz yüzeylerde ve disklerde cam, kontrplak, mukavva ve motorla kinetik etki sağlar. “Bizim ‘titreşim’ dediğimiz, gözlerimizin estetik olarak deneyimlediği, sürekli hareketin bir ifadesidir. Çalışmanın yaşamı ve soluğu olan hareketin ahengi, ruhumuzu titreştirir.” 1991 yılında saf ve parlak renkli soyut kompozisyonlarında renk, ritim, ışık ve titreşim ilişkilerini inceler.  Taş, metal, ahşap, alüminyum, alçı, kum, cam veya seramik malzemeli ışıklı ve hafif kinetik geometrik heykellerinde dinamik hareket, strüktür ve ışığı görselleştirir. Sabancı Müzesi’ndeki denize bakan terastaki altın renkli ‘Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü’ adlı anıtsal yerleştirmesi gün ışığının ve ayın yansımalarıyla göğe doğru yükseliyor.

2 Ocak 2016 Cumartesi

ZERO ile Yeni Bir Başlangıç 1

Sakıp Sabancı Müzesi’nde 2 Eylül’de açılan ve 10 Ocak’a kadar gezilebilecek olan ‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’ adlı sergide Heinz Mack, Otto Piene, Günther Uecker, Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana’nın farklı tekniklerdeki mekân yerleştirmeleri, resim ve heykelleri bulunuyor. Küratörlüğünü ZERO Vakfı Kurucu Yöneticisi Mattijs Visser’in yaptığı sergi zaman, uzam, ışık, ateş, renk, hareket, titreşim gibi doğadaki güçler üzerine yoğunlaşıyor.

1956’da Fransız sanatçı Yves Klein yoğun bir mavi tonunu monokrom kullanarak geniş alana yayılan çerçevesiz resimler yapar. Patentini aldığı ‘Uluslararası Klein Mavisi’ denilen bu parlak tonu çeşitli nesneler üzerine de uygular. Ateşten heykeller yapar, kadın bedenlerini fırça olarak kullanır, yeni bitirdiği tablosunu yağmurda dolaştırır. Sanat ve yaşam arasında bağ kurmaya çalışan sanatçının 1958’de Paris’teki ‘Boşluk’ adlı sergisinde tüm mekânda sadece pencereler mavi, boş bırakılan iç mekân ise beyazdır. Mavi kumaş perde asılı girişten geçen ve mavi kokteyl ikram edilen ziyaretçiler sadece 2-3 dakika boş mekânda kalırlar. Renk aracılığıyla mekânla özdeşleşme ve özgürleşme yaşadığını belirten Klein’ın saf rengi vurgulayan yoğun pigmentli, tinsellik ve özgürlük duygusu veren, düşünsel yönden güçlü çalışmaları ZERO sanatçıları üzerinde etkili olur.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...