18 Ekim 2015 Pazar

Bizans Saray Mozaikleri

‘Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ İstanbul’da Bizans mozaikleri açısından önemli bir müze ancak çok fazla bilinmiyor. Öyle ki çok yakınında Sultanahmet Cami, Hipodrom (Sultanahmet Meydanı), Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı gibi tarihi yapıları ve meydanları binlerce kişi gezerken, mozaik müzesinde ziyaretçiler birkaç kişiyle sınırlı kalıyor. Sadece meraklı turistler, Bizans sanatıyla ilgili araştırmacılar, arkeoloji ve sanat tarihi öğrencileri tarafından ziyaret ediliyor. Oysa 1500 yıl öncesinin Bizans resmine de ışık tutan değerli eserleri barındırıyor.

16. yüzyılda Alman Hieronymus Wolff’un ilk kez kullandığı ve 19. yüzyılda batılı tarihçiler tarafından benimsenen ‘Bizans’ tanımlamasıyla Doğu Roma İmparatorluğu aslında Hıristiyanlaşmış Roma İmparatorluğu’dur. Doğu Romalılar kendilerini Romaio ve Romans olarak adlandırmışlardır. (Bugünkü Rumlar da sanıldığı gibi Yunan kökenli değil, Doğu Romalıdır.) Roma İmparatoru I. Konstantin 330’da başkenti eski bir Yunan kenti olan Byzantion’a taşıyarak buraya Yeni Roma adını verir. Sonraki yıllarda Konstantin’in şehri anlamında Konstantinopolis adını alır.
Roma İmparatorluğu’nun devamı olduğu için Bizans Sanatı da Roma Sanatına özgü özellikleri devam ettirir. Zaman içinde gelişip farklılaşırken doğudan da etkilenir. Aynı zamanda Hıristiyan sanatının erken örneklerini verir. I. Konstantin Konstantinopolis’i kurduktan sonra yedi yılda çok sayıda dini yapı, yol, su kemeri ve Hippodromos yanı sıra Büyük Saray Kompleksi’ni inşa ettirir. Sultanahmet’ten Marmara Denizi’ne doğru inen bölgede yer alan imparatorluk sarayından ait günümüze çok az kalıntı kalmıştır. 1935 yılından sonra yapılan kazılar sonucu mozaiklerin bulunduğu avlu ortaya çıkarılır. Güzel sanatlarla, tarihle ve bilimle ilgilenen İmparator VII. Konstantin ‘Seremoniler’ kitabında 10. yüzyılda şehrin topografyasıyla, saray teşkilatıyla ve törenlerle ilgili ayrıntılı bilgiler aktarır. Törenlerin geçtiği yerlerle ilgili anlattıklarından saray hakkında da ipuçlarına ulaşılır. 


Geniş bahçeler arasındaki kaplıcalar, hamamlar, saraylar, köşkler, avlular, kiliseler, su kuyuları, caddeler, özel limanlar, kütüphane ve stadyum vb. yapılardan oluşan Büyük Saray (Sacrum Palatium) 4. yüzyılda Konstantin zamanından 11. yüzyıla kadar kullanılmış ve sürekli eklemelerle yenilenmiştir. Ana girişin yanında Ayasofya’nın girişi bulunan saray kraliyet yerleşimi Daphne, önce senato binası sonra üniversite olan Magnaura, Khalke ve Justinianos’un oturduğu Hormisdas gibi sarayları da içine alıyordu. 25 dönümlük alan içindeki ana yapılar topluluğuna deniz tarafında eklenen Bukoleon Sarayı 13. yüzyıla kadar tercih edilmiştir.

Bugünkü Mozaik Müzesi’nin bulunduğu alan sarayın ortası açık sütunlu avlusundadır. 5. ve 6. yüzyıla tarihlenen avlunun bir kısmının üzerine 17. yüzyılda Sultanahmet Külliyesi’nin arastası kurulmuştur. Müzenin giriş bahçesinde saraya ait mimari kalıntıların bazıları sergileniyor. 1872 m²lik alanın 180 m²lik bölümü ortaya çıkarılmıştır. Araştırmalar sonucu mozaiklerin I. Justinianos döneminde (527- 565) avlunun yenilenmesi sırasında yapıldığı kabul edilir. 9 metre yüksekliğinde 42 sütunla çevrili bir alandan oluşan revaklı avlunun dört tarafındaki mozaikli zemin İkonoklast Dönem’deki (726-843) resim yasağı nedeniyle mermer plakalarla kaplanmıştır.


İmparatorluğun farklı bölgelerinden gelen çok sayıda ustanın çalıştığı ve dokuz farklı atölyenin eseri olduğu düşünülen üç katmanlı mozaiklerde; kireçtaşı, mermer, çeşitli renklerde cam, kil parçaları ve pişmiş topraktan oluşan 5 mm’lik renkli küpler (yaklaşık 80 milyon tane) zemine balık pulu şeklinde dizilidir. Mozaikleri çevreleyen 1,5 metre ölçüsündeki geniş kenar bordüründeki iki dalga kuşağının ve renkli geometrik şekillerin ortasında kalın kenger (akanthus) yaprakları, aralarda meyveler, hayvan figürleri ve insan maskları bulunur.


Natüralist kenar çerçevesiyle çevrili orta bölüme ise beyaz fon üzerinde birbirleriyle ilgisi olmayan 90 konu ve 150 figür yerleştirilmiştir. Müzedeki panolarda konularla ve figürlerle ilgili bilgileri de görmek mümkün. Av sahneleri, hayvan dövüşleri, masal yaratıkları, mitoloji, kırsal alanda günlük hayat ve doğa gibi konulara rastlanırken dini konuların hiç işlenmediği dikkat çeker. Av sahnelerinde detaylı tasvirlerle atlı veya yaya mızraklı avcıların kaplan, aslan, yaban domuzu, ceylan gibi hayvanlarla karşılaşmaları görülüyor. Kartal-yılan, aslan-fil, grifon-kertenkele, leopar-geyik, geyik-yılan, ayı-oğlak gibi hayvanların dövüşlerinde vahşi hayat ve kan gösterilmekten kaçınılmaz. Diğer taraftan kırsal alan yaşantısında tarlada çalışanlar, çobanlar, çember çeviren çocuklar, bir eşek önünde yem torbası tutan çocuk, sundurma önünde keçi sağan adam, ağaç altında oturan ve bebek emziren kadın, su değirmenleri, çayırlarda koşan hayvanlar, otlayan atlar yer alıyor. Birbirine zıt sahnelerin birlikteliği sembolik olarak şiddetin pastoral ve mutlu hayatı tehdit ettiğini düşündürüyor. Mitolojik ve karışık yaratıklarla ilgili: ağzından ateş püskürten Khimaira (Chimera) ile savaşan Bellerophontes, kır tanrısı Pan’ın omuzlarındaki çocuk Dionysos; av peşinde ya da avını parçalarken gösterilen grifon ve tek boynuzlu at gibi sahneler izleniyor.


6. yüzyılda gelişkin ticarete ve üretime sahip Bizanslıların Romalı şair Vergilius’un (M.Ö. 70- 19) pastoral şiirlerini andırır şekilde doğayla iç içe ve uyumlu yaşamlarını da yansıtan mozaikler konu, estetik ve kompozisyon yönünden Yunan-Roma, Pers, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika etkileri gösterir. Seçmece ve karışık yapıda gizlenen tematik çeşitlilikle ve eklektik görünümle birlikte birçoğu geleneksel bir ilişki içindedir. Çeşitli hareketler halindeki figürler natüralist bir üslupla ve son derece canlı tasvir edilmiştir. Aristokrat aile üyelerinin de görülebildiği figürlerin kıyafetlerinden dönemin giyim tarzı konusunda da fikir ediniliyor. Sarayın altın çağını simgeleyen mozaiklerde renkler zengin, tonların uygulanışı ve karşıtlıklar ustaca. Kompozisyonlar geç antik döneme özgü üç boyutlu olarak işlenmişler.


Zamanın getirdiği etkenler sonucu asıl renklerini kaybettikleri için soluk bir görünüme sahip mozaiklerin aralarındaki eksik bölümler uygun bir harçla doldurulmuştur. Müze binasında beton plakalara dökülmüş bazı buluntular duvarlarda sergilenirken bir bölümü de zemine döşenmiştir. Küçük bir müze olmakla birlikte dikkatli bir incelemeyi fazlasıyla hak ediyor. Çıkışında mozaiklerle ilgili kitapların ve çeşitli eşyaların satıldığı bir bölüm de var. Müzeyi gezdikten sonra 1980’li yıllarda restore edilip açılan ve geleneksel halı, kilim ve hediyelik eşyaların satıldığı Arasta Pazar’ı dolaşıp, tarihi dokunun hissedildiği bir kafede kahve içmek de Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini aynı gün içinde yaşamış gibi hissettirebilir.

Notlar:

* Bugünkü Rumlar da sanıldığı gibi Yunan kökenli değil, Doğu Romalıdır.
** Bizanslı tarihçi Prokopius’a (500-565) göre ‘deniz şehri bir taç gibi sarar, öyle ki kalan kara parçası yalnızca tacı kapamaya yarar.’

Nalan Yılmaz, Büyük Saray Mozaikleri, 15 Ekim 2015,  Lebriz Sanal Dergi

*****Bu sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

2 yorum :

  1. Bizans Saray Mozaikleri hep aklımda olup bir türlü gidemediğim bir müze idi.
    Verdiğiniz bilgiler ve özellikle anımsatma adına çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türkiye geçmiş uygarlıklardan kalan sayısız değerli eserlere sahip. Müzeyi ziyaret etme isteği duymanıza sevindim :)

      Sil



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...