26 Şubat 2015 Perşembe

Büyükada'da Güneşli Bir Pazar Günü

Bazen insan çok yakınındaki güzelliklerin farkında olmaz. Güzel yerler, mekanlar, yemekler, müzeler, doğa... Oradadır ve bekler. Gidilmesini, ziyaret edilmesini, tadına varılmasını, keyfinin çıkarılmasını... İstanbul gezilecek yerler açısından son derece zengin bir kent. Eski-yeni, modern-geleneksel, tarihi-güncel, doğu-batı, güzel-çirkin, doğa-bina, iyi-kötü, zengin-yoksul... Yaşam gibi tüm zıtlıkları içinde barındırır. Kökeni 500 yıl öncesine dayanan İstanbullu olarak* sanırım genlerden İstanbul'un bütün çalkantılı geçmişinin yansımalarını ruhumuzda da taşıyoruz. Melankolik İstanbul insanı hem büyülüyor, hem de bazen itiyor. Vazgeçilmesi zor bir kent. Kavafis'in dediği gibi "Bu kenttir gidip gidebileceğim yer."

Geçtiğimiz hafta ortası son yılların en karlı günlerinden birine tanık olduk. Ailemle bu bembeyaz görüntünün tadını çıkardık. Herkes gibi sokağa çıkıp kartopu oynadık. Kardeşimin doğum gününü kutlamak için onu ziyaret ettik. Pazar günü ise sanki birkaç gün önce kar yağmamış gibiydi. Güzel ve güneşli bir hava vardı. O günü de Büyükada'ya giderek değerlendirdik. Öğle saatlerinde Bostancı'dan Adalara hareket eden  motorlardan birine bindik. Yeğenlerim simit getirmişlerdi martılara vermek için. Bir İstanbul klasiği olan görüntüler eşliğinde mavi sularda yol aldık. Minik ve gezgin yeğenlerim dünyanın bir ucunda yaşadıkları için martıları simitle beslemek ve havada kapışlarını görmek onlar için eğlenceli bir deneyim oldu...

Yerleşimin olduğu Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedefadası ve düzenli bir yerleşim olmayan Sivriada, Yassıada, Kaşık Adası ve Tavşan Adası Prens Adaları veya kısaca Adalar diye adlandırılıyor. Büyükada, Anadolu Yakası'nın güney kıyılarına yakın olan, Marmara Denizi'nin kuzeydoğusundaki Adalar ilçesinin merkezi. Biz adaya vardığımızda çok kalabalık yoktu ama sakin de sayılmazdı. Mimoza satan küçük çocuklar tarafından karşılandığımız iskeleden, kafelerin, otellerin bulunduğu meydana yürüdüğümüzde canlılık  göze çarpıyordu. Sadece İstanbullu veya Türkiye'nin diğer bölgelerinden gelenler değil Arap ve Avrupalı turistler de vardı. Faytonların olduğu yerde Çinli bir aile gördük. Yeğenlerim ve kız kardeşim Çince öğreniyorlar ama pek konuşmaya yanaşmadılar. Babaları  merhaba anlamına gelen  Ni hao dedi :). Çinliler de gülerek Ni hao diye yanıtladılar. Büyükada sokaklarında ilerlerken sağda ve solda sıralanan bahçe içindeki tarihi köşk ve konaklara bakmaktan kendimi alamadım. Hızlı geçtiğimiz için ayrıntılara dikkat edemesem de her birinin özellikle pencere, kapı ve çatılarında farklı özelliklere sahip olduğunu görebildim. Çoğu deniz görüyor ve beyaz renkli. Ahşap pencere kepenkleri de beyaz. Bu onları daha çok sevmeme neden oluyor tabi :).


Büyükada'nın tepelerinde yer alan manastırlar ve kiliseler gezilebiliyor. Yıllar önce arkadaşlarımla  dik yokuşlu Aya Yorgi Kilisesi'ne çıkmıştık. Bu kilisede özellikle 23 Nisan ve 24 Eylül günleri dilenen dileklerin gerçekleştiğine inanılıyor. Dileği gerçekleşen de tekrar gelip şeker dağıtıyor. Bu kez kilise veya manastır gezmedik.  Ormanlık ve piknik alanlarından geçtikçe kızılçamların arasından görülen deniz manzarası gerçekten eşsiz.


Adada resmi araçlar dışında motorlu araç yok. Bu nedenle her evin önünde en az bir bisiklet yer alıyor. Ulaşım araçları fayton ve bisiklet 🚲. Bir de yürümek 🚶. Babalarıyla birlikte yeğenlerim bisiklet kiralayıp sokaklarda dolaştılar.** Biz de kız kardeşimle sahile yakın sakin sokaklarda gezindik. Fonksiyonelliğin dışında göze de hitap eden yapılara gülümsemeyle bakındım. Sahile paralel sokaklardaki iki, üç katlı evlerin bazıları standart ama aralarda estetik kaygılarla yapılmış olanlar da çok. Sokaklarda bolca kediyle ve köpekle karşılaşmak mümkün. Bisiklet gezisi ve yürüyüşten sonra sahil boyunca sıralanan balık restoranlarından birine (Façyo) oturduk. Balık, salata ve diğer deniz ürünleriyle karnımızı doyurduk. Yeğenlerim tabaklarda kalan balıklarını dışarıdaki kedilere ve martılara götürdüler. Kısa bir yürüyüş sonrası kahve ve çocukların büyük ısrarı üzerine dondurma molası verdik. Bisikletten indikten sonra küçük yeğenimin aklındaki tek şey dondurmaydı çünkü :). Büyüklerin kahveye kavuşması tabi ki güzel ama çocukların dondurma sevdası yanında sözü bile edilemez. Öyle büyük bir mutluluk ki onlar için. Şimdi sırada biraz daha yürümek var. Faytonun yol güzergahından yukarıya doğru ilerliyoruz. Ben harika köşklerin fotoğraflarını çekerken çocuklar yürümeyi sevmedikleri için söyleniyorlar. Eve dönüp biri minecraft oyununa kavuşmak, diğeri ipad'deki drawcast'te çizim yapmak istiyor. Yine de bize kısa bir süre eşlik ediyorlar. Metruk bir ev görüp içeride ne olabileceğini konuşuyoruz. Tatlı yeğenim beni kırmayıp fotoğrafımı bile çekiyor, hatta kendi de çektiriyor :). Tekrar iskeleye dönüp motor kalkmadan yetişiyoruz ve martılar eşliğinde günbatımında güzel bir yolculukla Bostancı'ya hareket ediyoruz. Hepimizin telefonlarının şarjı bitmek üzere. Fotoğraf makinasını son anda evde bıraktığımız için tüm fotoğrafları telefonlarla çektik. Son kez şanslı martıların her akşam başka bir güzelliğe bürünen gökyüzüyle görünümünü kaydediyorum, hem hafızama hem telefona.


Geçtiğimiz yıllarda televizyonda gösterilen Türkan dizisini; Büyükada'da geçtiği  ve 18 Mayıs 2009'da hayata veda eden ve son günlerinde haksızlıklara uğrayan, başarılı ve idealist doktor Türkan Saylan'ın hayatını anlattığı için keyifle izlerdim. Günübirlik bile olsa baharı hatırlatan bir kış gününde birçok güzelliği bir arada sunan Büyükada'ya (Prinkipo) gitmek insanın kendine verebileceği güzel bir hediye. Son yıllarda artan butik otelleri, kafeleri, restoranları ve turistik dükkanlarıyla daha çok kişinin ilgi gösterdiği, özellikle yaz aylarında hareketliliğin arttığı yine de huzurlu olan ve sakinliğini koruyabilen bir yer. Üstelik dışarıdan bakabileceğiniz İstanbul'a çok yakın ama onun karmaşasından çok uzak. Büyükada ilkbaharda doğası, çiçek açan ağaçları, sonbaharda dökülen rengarenk yapraklarıyla harika bir görünüme sahne olurken, yazın da denize girmek için tercih ediliyor.***


Kilise ve manastırlar dışında Hamidiye Camii, dünyanın en eski ve en büyük ahşap yapılarından biri olan Rum Yetimhanesi (Prinkipo Palas), yazar Reşat Nuri Güntekin'in evi, Çankaya Caddesi, Splendid Palas Hotel, Lunapark Meydanı, Hotel Calypso, Büyükada Anadolu Kulübü, Surp Asdvadzadzin Kilisesi, Eski Çankaya Oteli, Fabiato Köşkü, Turing Evi, Con Paşa Köşkü, Troçki Evi, Hacopolu Köşkü, Seferoğlu (Azaryan) Köşkü, Adalar Müzesi, görülebilecek yerler arasında.

*"Karamanlı bir ailenin çocuğu olan Ahmet Muhiddin Piri'nin ailesi Karamanoğulları'nın Osmanlı Devleti'ne katıldığı Fatih Sultan Mehmet devrinde padişahın emri ile İstanbul'a göç ettirilen ailelerdenmiş." Anlaşılan dedelerim Piri Reis'in ailesiyle aynı göç kafilesindeymiş. Amcamın anlattığına göre; Fatih Sultan Mehmet Karaman'dan göç edenlerin bir kısmına İstanbul'da arazi vermiş. 500 yıl öncesi İstanbul'un sakinleri Rumlardı. Rumlar da bugün yanlış algılandığı gibi Yunanlılar değil Bizanslılardı. Doğu Roma İmparatorluğu halkına Rum deniyordu. 
**O sırada başka bir Çinli aileyle karşılaştık. Bizimkiler yine konuşmak istemedi. Bir kez daha babaları iletişim kurmaya çalıştı.
***Kumsal Plajı, Naki bey Plajı, Prenses Plajı, Yörükali Plajı ve Eskibağ Plajı...

****Bu sayfadaki yazının ve fotoğrafların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
2008-2018 Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...