28 Aralık 2010 Salı

Temmuz ve Aralık

Daha önce yazmış olmalıyım yılın son ayını sevmem. Bir de tam yazın ortası Temmuz'u, doğduğum ayı. Temmuz sımsıcak, fazla sıcak. Aralık soğuk. Temmuz'da güneş Aralık'ta kar. Sarı ve beyaz. Tercihim beyazdan yana ama soğuktan değil. Sıcak? Hayır ondan yana da değil. Uçları sevmem. Ilık hava ve açık gri iyi gelir. Bu iki ayın ortak noktalarından biri kronik tembellik hissini daha fazla uyandırmaları. Temmuz sıcaktan dolayı bir şey yapmamaya teşvik ederken, güneş, deniz cazip görünmezken, Aralıkta karmaşa, bitiş, geçicilik, anlamsızlık, boşvermek ve hiçlik ağır basıyor. Aralık ve Temmuz ayları bende sebepsiz melankoliye* neden oluyor. Diğer aylar olmuyor mu? Böyle yoğun değil...

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yakınlaşan Sınırsızca Uzağa Gider

*Sessiz bir bekleyiş ve eylemsizlik içinde oluş kitleye etken bir karşı koyuştur.

*Düş gerçek olunca kendini yok eder.

*İnsan sadece benzerini mi kendine katmak ister? Kendine yabancılaşan öteki mi olur? Kendi dışındakini içselleştirince kendine mi yabancı hale gelir? İçselleşen öteki konumdan çıkarsa o halde içteki nedir? 

*Yakınlaşan sınırsızca uzağa gider.

*Hem birisine kendini anlatmak hem de buna katlanamamak, rahatsız olmak. Hüzünlü bir çelişki. Susma acısına dayanmaksa umutsuzluğa sürükler. İçinden çıkılması zor bir durum.

*Sorular tehlikelidir, cevaplar da öyle. Bir şeyi tanımlarsan onu sınırlarsın. Neyse odur: alabildiğine özgür, tanıma hapsedilmemiş, belirsiz, tavrının tutarlı olması ve üzerinde düşünülmesi gerekmeyen sadece sezilen...

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License
                                            

10 Aralık 2010 Cuma

Sky Planter



Bu saksılar yukarıdan asılıyor ve ters duruyor. Bitkiler ayda bir kez saksının altından sulanıyor. Patrick Morris'in droog için ürettiği farklı ve şaşırtıcı bir tasarım. Tavandan avize yerine  çiçekler sarkıyor :)

4 Aralık 2010 Cumartesi

28 Kasım 2010 Pazar

Gümüş Takılar

Bloga sanat ve sanat tarihi ile ilgili yazılar yanı sıra beğendiğim tasarımları da ekliyorum. İşte yine bulut, kuş, ağaç ve çiçek :). Bu figürlerin hoş biçimleri gümüşle ve ufak taşlarla birleştirilmiş. Hem sade, hem farklı, hem de titiz işçilik. Nesrin Dugan'ın bu güzel tasarımlarını kendi sitesinde bulmak mümkün.

23 Kasım 2010 Salı

Koziol'un Kuşları

Aslında plastik malzemeyi sevmem. Hem kitsch, hem soğuk, hem sağlıksız gelir bana ama buraya seçtiğim koziol ürünleri enerjik, canlı, renkli ve sevimli görünümleriyle hoşuma gitti. Kuş figürünü kullandıkları için de olabilir. Bu ürünlerin bazılarını bu adreste bulmak mümkün.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Büyüyen Takı

Takıya modern bir yaklaşım. Kentte yaşayanlar için çok hoş bir detay. İzlandalı Hafsteinn Juliusson'ın bu tasarımları el yapımı ve bütün parçalar gümüş. Büyüyen bitkiyi yüzük ve kolye olarak taşımak fikrine bayıldım. Sadece beş haftada bir sulanan bu yosunlar ne yazık ki 8 - 12 aya kadar yeşil kalıyor. Ama tekrar eklenebilir sanırım. 

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

14 Kasım 2010 Pazar

Kasım ve Yapraklar


Kasım ayını seviyorum. Yakında depresif bulduğum bir aya gireceğiz ve ardından kış. Hep yağmurlu ve soğuk geçen Ekim'den sonra şimdi hafif serin ama güneşli havanın tadını çıkarma zamanı. Doğa tüm renklerini sergiliyor. Dışarıdan yaprak toplayıp odama koyuyorum. Yeşil dal parçalarını da vazoya. Aklıma 17 yaşındayken okuduğum bir Leo Buscaglia kitabı da gelmiyor değil. Öğrencilerine bahçedeki yerlere düşmüş yaprakları toplatıp salonun ortasına koyduran profesör... O zaman bu saçma gelmemişti. Şimdi daha iyi anlıyorum sadece.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

4 Kasım 2010 Perşembe

Aşkınlığın Simgesi Olarak Kuş

"...Jung'un ruhun aşkın işlevi dediği şeyle insan en yüksek ereğine, kendi kişisel benliğinin tam gerçekleşmesine ulaşabilir. İnsanın aşkınlığa doğru olan çabalarını temsil eden semboller bilindışının içeriklerinin bilince ulaşmasına yardım edecek araçları hazırlarlar, kendileri de bu içeriklerin etkin ifadesidir... Bu simgelerin en arkaik düzeyinde şaman-büyücü Hilekar ile karşılaşırız. Gücü kendi bedenini terk ederek bir kuş halinde bütün evreni dolaşabilmesinden gelir. Bu olguda kuş aşkınlık için en uygun motiftir... Sezginin kendine özgü doğasını belirtir. Bu tür güçlere ilişkin kanıtlar yontma taş devrinde bile bulunabilmektedir. Joseph Campbell'in yazdığına göre Lascaux'da Trans halinde yatan kuş maskeli şaman resmi bulunur... Şamanlar ve kuşlar aşkınlığın simgeleridir ve çoğunlukla birbirine bağlıdır... Sibirya'da şamanlar şimdi bile kuş giysileri giyerler ve birçoğu annelerinin onlara bir kuştan gebe kaldığına inanır. Böylece şamanlar insanın gözüne en fazla bir kez görünen ulu güçlerin kutsanmış çocuğudur..."

C. G. Jung, İnsan ve Sembolleri, çev: Ali Nahit Babaoğlu, Okuyan Us Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 2009, s: 149 - 151

29 Ekim 2010 Cuma

29 Ekim



29 Ekim akşamı İstanbul rüya gibiydi. Boğaz'daki ve köprüdeki ışık gösterisi ve havai fişekler çok güzeldi. İstanbul'da bu tür gösteriler yüzyıllardır yapılıyor aslında. Osmanlı'da şenlikler düzenlenirmiş genellikle Haliç'te. Minyatürlerden gördüklerimize göre o şenliklerde, düğünlerde de pek çok gösterinin yanı sıra havai fişekler atılırmış.


Önemli not: Gösteri görsel olarak etkileyiciydi ama işin başka bir boyutunu da çevreci, doğaya saygılı ve hayvan haklarını savunan, evinde iki köpek bir kedi besleyen, elinden geldiğince dışarıdakilerle de ilgilenmeye çalışan bir arkadaşımın havai fişek gösterilerini 'salaklık' olarak nitelendirmesiyle fark ettim. Kuşlar havai fişeklerden panikliyorlarmış, gürültüden şoka giriyorlarmış. Duman ve ateş ölümlerine neden oluyormuş ki bu çok üzücü. Durum bu kadar ciddiyse havai fişek eksik olsun. Kuşların özgürce gökyüzünde uçmaları birkaç dakikalık gösteriden çok daha önemli. Dünyayı paylaştığımız diğer canlıların ölümlerine neden olmaya hakkımız yok...  


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.   Creative Commons License

7 Ekim 2010 Perşembe

Alberti Teorileri ve İsa'nın Vaftiz Edilişi

Leon Battista Alberti 15. yüzyıl İtalya’sında Rönesans’a özgü evrensel ve bireysel insanın temsilcilerindendir. Çok yönlü kişiliğini ressam, mimar, mühendis, geometrici, oyun yazarı, ozan, Latin yazını uzmanı ve tanrıbilimci gibi meslekler ile ortaya koyar. 1435'te Latince, 1436'da İtalyanca basılan "Della Pittura" (Resim Üzerine) adlı kitabındaki kuramları ile çağının ressamlarını etkiler. Üç bölümlü kitabın ilkinde edebi, felsefi analizler, matematik, biçimler ve analizlerin incelenmesi yer alır. II. bölümde kompozisyon teknikleri, III. bölümde ise bir ressamın nasıl olması, nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında öğütler ve bilgiler bulunur. Ona göre resim anlatıcıdır ve insan hareketini tasvir ettiği için en soylu sanattır. Sanatçı her şeyi bilmelidir. Alberti’nin insan ölçüsündeki oranları Vitrivius’a dayanır. Güzelliğin temeli denge, simetri ve ahenktir. Bu kitaptan etkilenen ressamlardan bazıları: Domenica Veneziano, Fra Angelico, Ucello, Fra Flippo Lippi, Polla Iuolo, Mantegna, Botticelli ve Piero della Francesca'dır...

24 Eylül 2010 Cuma

Hediye Vermek ve Almak

Hediye almak sevinçli bir an. Hiç beklenilmiyorsa sürprizli ve şaşırtıcı da oluyor. Birinin senin için zaman harcayıp, düşünüp bir şey seçmesi ne güzel. Bu hediyeden daha anlamlı hatta. O yüzden denir ya "hediyenin büyüğü, küçüğü olmaz" diye. Tabi seçilen hediyeden o kişinin senin ilgi alanlarını ve sevdiğin şeyleri bilip bilmediğini de kısacası seni aslında ne kadar tanıdığını da anlarsın. Fakat Nietzsche der ki "Veren teşekkür borçlu değil midir alana, aldığı için? Armağan etmek bir ihtiyaç değil midir? Almak acımak değil midir?" Nietzsche bu, her şeyi sorgulayan adam. Bu konuya da el atmamış olması düşünülemezdi.

İnsan sevdiklerine hediye vermekten hoşlanır. Eylem verenden yanadır. Verilen kişi ise kabul edendir ama o da bir tür eylemdir aslında. Her iki taraf için mutlu bir olaydır. Hediyeyi kabul edenin verene acıdığını düşünmüyorum. Üstat acımasızlık etmiş biraz. Ne dersiniz?

Geçenlerde bir yerde okudum. Hediyeyi beğenmediğinizi nasıl ifade etmelisiniz? diye 10 maddelik bir yazı. Bence bu anlamsız. Çok şart değilse değiştirilmesi de öyle -üzerine büyük ya da küçük gelen giyim eşyası dışında-. Hediyeyi verenin verme sevinci neden kırılsın ki, neden üzülsün? Zaten "acaba beğenir mi beğenmez mi?" diye kaygı taşıyordur. Hediye seçerken kendi beğenimiz ve zevkimizden çok verilen kişininki göz önünde bulundurulsa daha isabetli olabilir. Hediyenin, verenin sevincine ve heyecanına ortak olarak alınması ve formaliteden değil içten teşekkür edilmesi çok mu zor? Bu hayata bakış açısıyla da ilgili sanırım.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

20 Eylül 2010 Pazartesi

Paris'teki Miraçname Minyatürleri’nde Üçüncü Cennet Sahneleri

İslam kitap resimlerinde dini konulara ilk olarak 13. yüzyılda rastlanır. Varka ve Gülşah mesnevisinin son iki minyatüründe öyküde geçen bir olay içinde Hz. Muhammed görülür. Hz. Muhammed'in hayatıyla ilgili ilk tasvirler Moğollar döneminden 1307 tarihlidir. Topkapı Sarayında bulunan genel bir dünya tarihi olan Cami-üt Tevarih’teki minyatürler İncu sülalesi döneminde Şiraz'da yapılmıştır. Bilinen en eski Mirâç sahnesinde Hz. Muhammed’in Burak üzerinde ve meleklerin eşliğinde gökyolculuğu gösterilir.

Moğollar döneminden metni günümüze ulaşmayan Mirâçnâme’nin minyatürleri yapraklar halinde Topkapı Sarayı kütüphanesinde H.R.154 no'lu albümdedir. Dost Muhammed bu albümü Safavi Sultanı Şah Tahmasp'ın kardeşi Behram Mirza için resimler. Nakkaş ve hattatlar hakkında bilgi veren 1544 tarihli bir önsözü bulunur. 48,5 x 36,5 cm ölçülerinde 148 yapraktan oluşan kitapta 14. ve 15. yüzyıllara ait minyatürler, desenler, yazı örnekleri ve Ahmet Musa (1) tarafından yapılan Hz. Muhammed'in yolculuğu ile ilgili tasvirler vardır. Mirâç ile ilgili olanlar 14. yüzyıl ortalarında Tebriz'de hazırlanır. Sadelik, altın yaldız fon ve Tanrıya yakınlıklarına göre büyüklü küçüklü hareketli figürler göze çarpar...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Kırmızı Ayakkabı




Önceki yazımda "Moda sanat değildir" dedim. Tamam öyle de düşünüyorum hâlâ. Günlük kullanıma ve insanların ihtiyaçlarına yönelik endüstri tasarımı ürünler için geçerli bu görüşüm. Ama bu kırmızı ayakkabı öyle bir tasarım ki* sanata çok yakın duruyor göz ardı edemem bunu.  Renk uyumu, üzerindeki harika desen, kalıp, işçilik hepsi öylesine zarif bir bütün oluşturmuş ki. Topuk benim için fazla o kesin ama bu boyu tercih edenler için rüya gibi bir ayakkabı bence. Siyah olan ise gece deseniyle  farklılık gösteriyor. Mine Atalar'ı tebrik etmeli. Çanta, yastık gibi ürünleri de güzel.

*zamansız gibi.


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
 Creative Commons License

3 Eylül 2010 Cuma

Moda ve Sanat

Modayla alakam yok. Hiç olmadı da. Yani "şu modaymış onu alayım, giyeyim" anlamında. Gelip geçici değil de sürekli giyilebilecek şeyler tercihim. Bazı bloglarda modanın 'günümüzün en büyük sanatı'! olarak değerlendirilmesine sadece gülüyorum. Sanat fonksiyona ve ihtiyaçlara yönelik bir şey değildir. Moda tasarımdır, endüstriyeldir ama sanat değildir. Koleksiyonlarının gizemli bir ormanı andırdığı söylenen* ve "Moda insanların eğlenebileceği ve giyebileceği bir şeyden öte değil" diyen Dries Van Noten'ın birkaç sade tasarımını, özellikle Isabel Marant'ın 2010 ilkbahar-yaz  ve sonbahar-kış için hazırladıklarını beğendim.

*marie claire, ağustos, 2010, s: 73 


*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
2008-2018 Creative Commons License

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ana Renk Beyaz

Dekorasyonda tercihim beyaz ve tonları: duvarlar, tavan, zemin, kapılar, hatta ahşap mobilyalar -mat cila-, nevresim takımı... Krem, ekru, açık bej, fildişi, taş gibi açık renklerden, mavi, gri, sarı pembe ve  yeşilin pastel tonlarından kuş, ağaç, yaprak, çiçek ve bulut desenli tekstil ve aksesuarlar beyaz ortama gözü yormadan canlılık getirir. Sakin bir renk paleti; pratik, yalın, temiz, aydınlık görünüm; ferahlık, sadelik ve doğallık. İhtiyacım olan bu...


Resimlerin bir kısmı scandinavianretreat, bir kısmı da bonluxat'den.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

20 Ağustos 2010 Cuma

Bir Kitapta Resim Şart

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan sanat serisinin 56. kitabı ‘Bir Kitapta Resim Şart’ın* ilk baskısı Temmuz 1999 tarihlidir. Ressam Burhan Uygur’a ait kitabın uzun önsözü Samih Rifat tarafından yazılmıştır. Önsözde belirttiği gibi kitap resimleme çok eskilere dayanır. Mısır Ölüler kitabı, Bizans Elyazmaları, İran ve Osmanlı minyatürleri, Avrupa’nın taşbaskıları, 19. yüzyıl gravürleri yanı sıra 20. yüzyılda sanatçıların resimlediği kitaplardan söz edilebilir.

‘Bir Kitapta Resim Şart” tamamıyla ressamın şahsi belgeleri olan defterlerine, okuduğu kitaplar üzerindeki çizimlerine ve notlarına dayanarak hazırlanmış. Burhan Uygur bulunduğu her ortamda omzundaki deri çantası içinde taşıdığı çeşitli kalemler ve pastellerle defterlerine resimler yapardı. Bu defterler taslak, çizim veya desen için değil o anki duygu, düşünce ve gözlemlerini ön çalışmasız aktardığı nesnelerdi. Bazı sayfalarını koparıp çerçeveletir ve sergilerdi.

1979 yılında Ahmet Oktay’ın Sürgün, 1983’de şair Can Yücel’in Rengahenk, 1985’de Günseli İnal’ın Sulara Gömülü Çağrı adlı kitaplarında Burhan Uygur çalışmalarıyla resim ve şiir birlikteliği görülür. Sanatçı bazı resimlerinde görsel anlatımla beraber ilgi alanı ve esin kaynağı olan edebiyat ve şiir dilini de kullanmıştır. ‘Bir Kitapta Resim Şart’ adlı kitapta önsözden sonraki sayfalarda, ressamın kitapların üzerine çizdiklerinden örnekler yer alır. Bunlardan birinde okuduğu bir şiirin kendisinde çağrıştırdıklarını resimlemiştir. Rimbaud’nun ‘Cehennemde Bir Mevsim’, Cevat Çapan’ın ‘Kavafis’ten Kırk Şiir’, Homeros’un ‘İlyada’, C. V. Ceram’ın ‘Tanrıların Vatanı Anadolu’, Aragon’un ‘Mutlu Aşk Yoktur’ kitaplarının sayfaları üzerinde çizimleri ve notları bulunmaktadır. Kitabın 69. sayfasından itibaren de defterlerine yazdığı yazılar, şiirler ve resimler vardır. Gerçek dünyadan koparak adeta bu kitapların içinde kaybolmuştur.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Baş Aşağı





Bu fotoğrafta; duruşu, duvarı, zemini, elbiseyi, kumaşın dalgalanışını, modelin pozunu, kısacası her ayrıntıyı çok beğendim.

Baş aşağı duruş bana Georg Baselitz'in tablolarını hatırlattı.

PHOTOGRAPHY BY STEVEN MEISEL VIA HAUTE DESIGN


29 Temmuz 2010 Perşembe

Giorgio de Chirico ve Melankoli

Günüme uyan bir kayıt. Hem resimler hem müzik. İkisini de çok severim.


Giorgio de Chirico ve Melankoli

22 Temmuz 2010 Perşembe

Sanki Hepsi Hayal

İnsanlar geçiyor gözümün önünden,
konuşuyorlar, gülüyorlar, bakıyorlar.
Bir vapur süzülüyor mavi sularda, 
gökyüzünde martılar kanat çırparken.
Sanki hepsi hayal,
gözümü kapatıp açıyorum,
kayboluyorlar.
Anlıyorum ki ben istediğim için oradalar,
düşündüğüm için görünüyorlar.

1993 Kasım

17 yıl önce yazmışım. Geçenlerde Maddenin Ardındaki Sır adlı kısa belgeseli izlediğimde aklıma geldi ve girişinde "Gerçek ya da Düş, Doğru ya da Yanlış, İyi ya da Kötü Ne Fark Eder ki Sanki", "Ne Şiir ne de Başka Bir Şey", "Sorgulamalar İçe Yönelik, Anlık Yönelimler İçten Gelen" yazan defterde buldum onu.

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.
 Creative Commons License

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Sessiz Çığlık

Edvard Munch'un yaptığı 50'den fazla gravürü olan Çığlık'ın 1893 tarihli renkli versiyonunda körfez, küçük yelkenli gemiler ve resmi çaprazlama kesen parmaklıklı köprü, sahnenin kuzey sahilinde olduğunu gösterir. Munch 1892 yılında hastalığı sırasında yazdığı günlüğünde bu sahneden söz eder; "İki arkadaşımla güneşin batışında yürürken aniden gökyüzü kahverengiye dönüştü. Durdum, hissizleştim ve bir parmaklık üzerine dayandım. Kentin ve mavi fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Arkadaşlarım yürümeye devam ettiler ben ise hala orada korkuyla titreyerek kalakaldım ve doğanın içinden gelen sonsuz çığlığı duydum". Munch Dostoyevski ve Kierkegaard okurdu. Kierkegaard'ın şu pasajından etkilenmiş olmalı: -Ruhum öyle ağır ki hiçbir düşünce artık onu yükseltemez ne de kanat vuruşlarım onu sonsuzluğun içine çekemez. Herhangi bir şey onu kımıldatmazsa sadece yeryüzünde kalır, fırtınadan önce alçakta uçan bir kuş gibi. Ezicilik ve kaygı iç dünyamın üzerine çöküyor-...

3 Temmuz 2010 Cumartesi

İkinci Asker Ressamları Kuşağından Süleyman Seyyid

İkinci asker ressamları kuşağından olan Süleyman Seyyid 1842 yılında Üsküdar’da doğar. Babası Kartal Maltepe eşrafından Hacı İsmail Efendi, dedesi ise ünlü bir sedef kakma ustasıdır. Süleyman Seyyid ilk ve orta öğrenimini Maltepe ve Maçka Askeri okullarında tamamladıktan sonra Harbiye Mektebi’ne geçer. 1862 yılında teğmen olarak mezun olduğu bu okulda M. Joseph Schranz ve M. Gués onun resim yeteneğini fark ederler. Karakalem, suluboya ve yağlıboya resimleri beğenilince Abdülaziz döneminde Paris’te Türk öğrenciler için kurulan Mektebi Osmani’ye gönderilir. Mekteb-i Osmani’de Fransızca öğrenir ve Güzel Sanatlar Okulu’nda önce Gustave Baulanger ve Robert Flori, daha sonra da altı yıl Alexandre Cabanel atölyelerine devam eder. Süleyman Seyyid’in dikkatli çalışmasını geliştirmesine yardımcı olan Cabanel portrelere, günlük yaşam ve tarihi konulara ağırlık veren, akademik ve klasik anlayışı estetik anlayışa tercih eden bir ressamdır.

Süleyman Seyyid Paris’teki ilk yıllarında hocasının da etkisiyle tarihsel olayları resmetmeye yönelir. Arkadaşları doğallığı ve perspektifi önemsediği için ona ‘metrologiste’ -ölçülü- adını takarlar. O sırada Abdülaziz tarafından gönderilen Şeker Ahmet Paşa ve onlardan daha önce ailesinin desteğiyle gelmiş olan Osman Hamdi Bey de Jean-Leon Gerome, Gustave Boulanger gibi oryantalist sanatçıların atölyelerinde çalışmalarda bulunurlar. Dönemim sanat çevresinden etkilenen Süleyman Seyyid aldığı eğitim sonucu bir eseri için aylarca uğraşan ve gerçeğe uygunluğa önem veren titiz bir ressam olur. Paris’te sekiz yıl kalır ve resimlerini sergiler. Bu arada ‘Officer dé Academié’ madalyasını alır.

15 Haziran 2010 Salı

Evinden Çıkman Gerekmez

"Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde." Franz Kafka, Günah, Acı, Umut ve Doğru Yol Üzerine Düşünceler, s: 7

"Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: yaşamanın harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun." Georges Perec, Uyuyan Adam s: 18 "Odan dünyanın merkezi."   Georges Perec, Uyuyan Adam, s: 35

"Tam bir huzur içindesin, her an esirgeniyor, korunuyorsun. Çok mutlu bir parantez içinde hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun. Görünmez, duru ve saydamsın. Yoksun artık: saatlerin ardından, günlerin ardından, mevsimler geçerken, zaman akarken, neşelenmeden, hüzünlenmeden, geleceksiz ve geçmişsiz, öylece, düpedüz, apaçık yaşayaduruyorsun..." Georges Perec, Uyuyan Adam, s: 54

Perec, Georges, Uyuyan Adam, çev: Sosi Dolanoğlu, Metis Yayınları, Haziran 2000

Yedi sekiz yıl önce okuduğum bu kitabın sayfalarında dolaşıyorum, işaretlediğim yerlere bakıyorum. Uyuyan Adam'da Beckett karakterlerinin tadı var sanki. Aslında Uyuyan Adam flaneur de. Ne güzel söylemiş Kafka ve Perec. Ben de öyle düşünüyorum ama kısa bir süre için durgun sularda sise doğru yüzmeye gidiyorum.
 

10 Haziran 2010 Perşembe

Bir Kuşun Portresini Yapmak İçin

...Önce bir kafes çizmeli / Açık bir kapıyla / Çizmeli sonra / Hoş birkaç şey / Basit birkaç şey / Güzel birkaç şey / Yararlı birkaç şey/ Kuş için / Yerleştirmeli sonra tuvali ağaca karşı / Bir bahçede / Bir korulukta /  Bir ormanda ya da / Saklanmalı bir ağacın arkasına / Ses çıkarmadan / Kımıltısız... / Bazan kuş yaklaşır hızla / Ama karar vermesi / Uzun yılllar alabilir / Kırılmasın cesaretiniz / Beklemek gerekir / Gerekirse yıllarca / Hiçbir ilişkisi de yok  / Tablonun başarısıyla / Kuşun hızlı ya da yavaş gelmesinin / Kuş geldiğinde / Eğer gelirse / Uymalı derin sessizliğe / Beklemeli kuş girsin diye kafese / Kapamalı kapıyı usulca fırçayla / Sonra / Silmeli birer birer demir telleri / Özen göstererek dokunmamaya / Tek tüyüne bile kuşun / Peşinden resmi yapılmalı ağacın / Seçerek en güzel dalları / Kuş için / Hatta yeşil yapraklarla rüzgarın serinliğini de çizmeli / Güneşin tozunu / Yaz sıcağında otlardaki böceklerin gürültüsünü / Ve sonra beklemeli / Kuşun keyfince şarkılar söylemesini / Eğer ötmezse kuş / Kötüye işaret bu / Tablonun kötü yapıldığına / Eğer öterse iyiye işaret bu / İşareti imzayı kondurmanın / O zaman usulca koparırsınız artık / Kuşun tüylerinden birini / Ve yazarsınız adınızı tablonun bir köşesine..

Şiir: Jacques Prévert, çeviri: Metin Cengiz

Şiir Cem Mumcu'nun  7 Haziran 2010 tarihli Her Yerde Kendin Varsın adlı yazısından alıntıdır.

3 Haziran 2010 Perşembe

Komodin

Orijinalinde açık kahve rengindeydi. Mobilyada kahve tonlarını sevmediğimden her yere Miro figürleri yapma hastalığım olduğu zamanlar :) boyamıştım. Çekmecelerinde akrilik boyalar ve fırçalar bulunan komodinin aşağıda eski ve son bir yıllık hali.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Hephaistos'un Demirci Ocağı


İspanyol ressam Diego Rodriguez de Silva Velazquez’in (1599-1660) 1630 yılında yaptığı resim, tuval üzerine yağlıboyadır. 226 x 294 cm ölçülerindedir ve bugün Madrid Prado Müzesi'ndedir. Palomino’ya göre, Velazquez bu resmi İtalya dönüşünde krala vermiştir. 

18 Mayıs 2010 Salı

Hav

Kardeşimin laptop'unu açtığımda karşılaştım bu karikatürle ve bayıldım. Üzerinde yorum yapmaya hiç gerek yok.


10 Mayıs 2010 Pazartesi

Oyuncak Tasarımı

Çok güzel bir blog buldum. Joel Henriques, çocukları için yaptığı oyuncakların resimlerini blog'unda paylaşıyor. Aklıma babam geldi: oyuncak alırdı ama kendi de yapardı. Çok meraklıydı ve bizimle birlikte o da oynardı. Şanslı çocuklardık. Joel Henriques'in çocukları da öyle. Hem doğal malzemeler, hem kimsede olmayan, özgün tasarımlı yoyolar, oltalar,  kuklalar ve diğer oyuncaklarla oynarken çok mutlu görünüyorlar. Plastik Çin oyuncakları yerine böyle ahşap, kağıt, metal vb. malzemelerle yapılan üretimler ne hoş.




 

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

4 Mayıs 2010 Salı

Nakkaş Osman

Osmanlı klasik minyatür sanatının en olgun ve verimli dönemi olan 16. yüzyılın ikinci yarısında, sarayın baş minyatürcüsü Nakkaş Osman’dır. Osmanlı saray nakkaşhanesinde, yazmalar için önce bu işle görevli nakkaşlardan örnek hazırlaması istenir, padişah onay verirse asıl nüsha yapılırdı. Arşiv belgeleri bu eserleri hazırlayan sanatçılarla ilgili en güvenilir kaynaktır ama bu konularla ilgili yeterli çalışma yoktur. Topkapı Sarayı’ndaki atölyesinde çıraklarıyla birlikte el yazmaları resimleyen Nakkaş Osman’ın arşivlerde ve tasvirli kitaplarda adı geçmekle birlikte hayatı hakkında bilgiye sahip değiliz. Ancak yaptığı 600’den fazla minyatür, onun önemli bir nakkaş olduğunu gösterir. Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli’nin Menakıb-ı Hünerveran (1) adlı kitabında övdüğü sanatçı, döneminin diğer nakkaşlarıyla klasik kabul edilen bir ekol oluşturur, Osmanlı tasvir sanatının karakterini belirler ve İslam minyatürlerinden ayırt edici özellik kazandırır.

Nakkaş Osman ve okulunun, II. Selim dönemi eseri olan, 1568-69 tarihli, Kanuni’nin son Macaristan seferinin konu edinildiği, 39 x 25 cm ölçülerinde, 305 sayfalık ve 20 minyatürlü ‘Nüzhetü’l-ekber der-sefer-i Zigetvar’ adlı kitapta yer alan resimlerinde, sadelik, kompozisyonda ustalık, belgecilik, biçimde ve içerikte bütünlük göze çarpar. Tam veya çift sayfa minyatürlerde figürlerle çevre uyumludur.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...