15 Temmuz 2008 Salı

19. Yüzyıl Melankoliği: Van Gogh

2001 yılında doktora dersi için yaptığım araştırmanın küçük bir bölümü aynı yıl Hürriyet'in internet dergisi Agora'da yayınlandı. Bu makalem Agora'daki yazılarımın -70- çoğu gibi pek çok foruma ve siteye eklenmiş. Yazılarımın web'de bu kadar çok dolaşması ve okunması iyi, güzel ama yazarı belirtildiğinde ve bu blogdaki sayfalarına bağlantı verildiğinde.

Van Gogh'un melankolik olduğunu vurgularken onun hüzünlü resimlerinden yola çıkmıştım. O bir kenara çekilip düşüncelere ve olası dünyalara dalsa da aynı zamanda heyecanlı, tutkulu, coşkulu ve resim konusunda fazlasıyla çaba gösteren biriydi. Sanat eleştirmeni veya herhangi bir sanatsever, herkes kendisine göre bir şeyler görecektir onun resimlerinde. Ben hüzünlü bulduklarımı ele aldım. Yoksa bir başkası yaşama sevinci dolu çalışmaları üzerinde durup farklı bir değerlendirmeye gidebilir. Sonuçta hiçbir tanımlama onun hayatını ortaya koyarak oluşturduğu resimlerini tam olarak açıklayamaz, anlamlandıramaz.

Bazı düzeltmeler yaptığım makalemin son halini aşağıya ekliyorum... 

**********

1853-1890 yılları arasında yaşamış olan Van Gogh, 19. yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri. İçindeki varolma ve varolamama bunaltılarıyla yaşar hep. Bunaltılarının nedeni hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir. Sıkıntılıdır, mutsuzdur, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle sevinç uyandırmaya, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışır. İnsanların kederli ve yoksul hallerinden etkilenip bunları da konu olarak seçer. Acı çekenlere ilgi duyar; içinde yaşadığı dünyaya yabancı ve uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, içine yönelmesi, kendisinden kuşku duyması, trajik yazgısı, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan. Hiçbir şey yapmayan, sadece derin düşüncelere dalan melankoliklerden ayrılan yanı ise "Başarısız bir şey yapmayı boş oturup hiçbir iş yapmamaya yeğlerim" sözünden anlaşılır. İçine sıkıntı bastığında hemen bir şeyler çizer, böylece uzaklaştırmaya çalışır karamsar düşünceleri. 

Dünyada kendisini alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görür. Yararsızlığının elinde olmadığını, yazgının çizdiği olaylar dizisi sonucu bir kafese tıkıldığını, bir şeyler yapmak, insanlara ve dünyaya yararlı olmak istediğini ama bunun yolunu bulamadığını yazar Theo'ya mektuplarında. Daha sonra yapacağı işi bulur ve kendini tamamıyla ona adar büyük bir tutkuyla. İnsanı eyleme sürükleyen bir içsel sessizliğin olması gerektiğini ve yoğun bir çalışmayla başarıya ulaşılabileceğini savunur. Resimde onu yaşamdan koparıp alacak yolu ve karanlığın içindeki ışığı arar. Yaşamı sadece resimdir. İçindeki onu yakan ateş renklerle ifade bulur. Coşkusunu, içinde kopan fırtınaları, hüzünleri, yoğun hislerini portrelerine böylesine yansıtan ikinci bir ressam daha yoktur. Kendisiyle durmadan hesaplaşan, bir türlü emin olamayan, bir başkasının eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve hassas olan ama gittiği, inandığı yoldan vazgeçmeyen, kendini hep savunmak zorunda hisseden, çevresindekiler tarafından anlaşılamamış bir Van Gogh. Başkalarının onu işe yaramaz olarak görmesinden müthiş rahatsızlık duyup derin umutsuzluklarla mücadele eden onurlu bir Van Gogh.

Acıları, huzursuzluğu, arayışları, hırsı, coşkusu, sonsuz yalnızlığı, sevgiye açlığı, yoksulluğu, yaptığına duyduğu saygı, kısa yaşantısına sığdırdığı onca yapıtı, erkek kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplar, hastalığı, krizleri, bir tas çorba ile boya tüpü arasındaki seçimleridir onu Van Gogh yapanlar. "Çoğu zaman 30 yaşında olduğuma inanamıyorum. Çok daha yaşlı hissediyorum kendimi. En çok beni tanıyanların çoğunun bana 'rante' gözüyle baktıklarını düşündüğümde ve bazı şeyler değişmezse belki de haklı çıkacaklarına inandığımda içim kararıyor, sanki bu şimdiden gerçekleşmişçesine bir umutsuzluğa kapılıyorum", "Acı duymak gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır", "İnsanları diri diri gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet midir?"

İlk dönem karakalem çalışmalarında maden işçilerini, köylüleri ele alır, patates yığınları, dokuma tezgahı gibi konuları işler bir yandan da koyu renklerle kasvetli manzaralar resmeder. 'Patates Yiyenler' tablosu bu dönemdendir (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). 1885 tarihli resimde konu iç mekanda geçen günlük yaşamdır. İşçiler kendi ektikleri patatesleri paylaşarak yerler. Tek ışık kaynağı yukarıdan sarkan bir lamba ve ışık patateslerin üzerinde. Bütün resme hakim olan renk, yeşilin ve kahverenginin koyu tonlarıyla oluşan yabani patatesin tozlu rengidir. Loş görünüm, insanların yüzleri ve yoksulluğu melankolik bir atmosfer yaratıyor. Bir yandan da mütevazi yemeğin paylaşımı ve sade ortam hoş, samimi ve sıcak. Bu tür insanları gözlemleyen Van Gogh da bilir yoksulluğun ne demek olduğunu. Bu dönemlerde kardeşine gönderdiği bir mektupta şöyle yazar: "Böyle devam ederse hedefime varamayacağım. Bu kadar uzun zaman aç kalmasaydım bünyem daha kuvvetli olurdu. Fakat her seferinde daha az çalışmak ya da aç kalmak şıklarından birini seçmem gerektiğinde ben hep aç kalmayı tercih ettim. Bir insan buna nasıl dayanabilir? Açlığın etkisini resimlerimde öylesine görebiliyorum ki geleceğim için kaygılanıyorum".

1882 tarihli 'Hüzün' adlı taşbaskısında (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam) oturan çıplak kadının başı dizlerine doğru eğilmiş ve kolları arasında kalmış. Koyu renk uzun saçları çıplak sırtından aşağıya dökülüyor. Saçlar ten rengiyle kontrast oluşturmuş. Figürün dış hatları belirgin. Kolları arasında kalan yüzü görülmez ama büyük ihtimalle ağlamakta ya da üzgün bir ifade içinde. Tek başına bırakılmış, çaresiz bir durumu var. Dertleriyle birlikte yapayalnız ve bir kenara itilmiş gibi. Kederin dokunaklı bir ifadesine tanık oluyoruz. Buradaki kadın Van Gogh'un birlikte yaşadığı alkolik, gebe ve fahişe Sien'dir. Bu resmin bir de karakalemle yapılmış deseni vardır.

Van Gogh'un 1890 yılına tarihlenen 'Sonsuzluğun Eşiğinde' de yine üzüntü içinde bir insan görülür (Rijksmuseum Kröller Muller, Otterlo). Sandalye üzerinde oturan mavi pantolon ve gömlekli yaşlı bir adamın derin acısı bize yansır. Yaslı adam yumruk yaptığı elleriyle yüzünü kapamış, dirseklerini bacaklarının üzerine dayamış ve öne doğru eğilmiş. Gözleri ve yüzü görünmüyor ama o da ağlamaklı ve yıkılmış bir durumda.

'Doktor Gachet'in Portresi'
-1890- ise masaya dirseğini dayamış oturan bir adam yer alır (Musee du Jeu de Pavme, Paris). Beyaz kasketli adamın yumruk yaptığı sol eli yanağındadır ve başını destekler. Düşünceli ve kederli Doktor Gachet'in kendisine sinirli olduğu kadar hasta göründüğünü de belirtir Van Gogh. Figürün yüzünde çaresizlik ve umutsuzluk hakimdir. Bu hüzün resmin her yanına yayılır. Bütün renkler ve çizgiler melankolik ruh halini açığa vurur. Üzerindeki lacivert ceket ve arka planın koyu mavi rengi ve yüzün solgunluğu ifadeyi güçlendirir.

'Ren Nehrinde Yıldızlı Bir Gece' -1888- adlı manzarasında yıldızlı gecenin görünümü göz kamaştırıcıdır. Işık saçan yıldızlar, kıyıdan denize vuran yapay ışıklar ve lacivertle mavi tonları resmin bütününe yayılır. Ön planda yürüyen bir çift görülür. Buradaki ve başka çalışmalarındaki çiftlerden erkek olanı kızıl saçlıdır. Ömrü boyunca yalnız olan ressam gerçek hayatta asla bulamadığı eşini resimlerinde hep yanında çizer. Figürler manzarada çok küçük ve yüzleri seyredene dönük. Bir mektubunda "Gece manzaralarını ve gece ortamının özelliklerini, gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmakta" diye yazar. Gökyüzündeki yıldızlara gitmek için ölümün bir araç olduğunu belirtir. Ölümle ulaşılan yıldızların erişilir olabileceğini düşünür. Gece karanlıktır, korkudur, ölümdür, uykudur, yalnızlıktır, hüzündür.

'Bulutlu Göğün Altındaki Buğday Tarlası' -1890- (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam) için "Bunlar kasvetli gökyüzünün altında uzanan uçsuz bucaksız buğday tarlaları... Derin kederi ve sonsuz yalnızlığı ifade etmekte zorlanmadım" diye açıklama yapar. Ancak ona göre üzüntü ve üzgün yine de iyileştiricidir ve neşelidir. Resmin yarısından çoğunu kaplayan koyu mavi tonların hakim olduğu gökyüzü altında sarılar ve yeşiller beyazlarla ışıklandırılmış tarlalar uzanır. Önde birkaç küçük gelincik başı vardır. "Kanımca somurtkan yeşil renkler toprak rengi tonlarıyla iyi bir uyum içinde; bunda sağlıklı ve bu yüzden itici bulmadığım bir üzüntü havası var".

'Buğday Tarlası ve Kargalar'da -1890- yine karanlık bir gökyüzüyle karşılaşırız (Vincent Van Gogh Museum, Amsterdam). Van Gogh bu önemli çalışmasında da kederini ve yalnızlığını vurgular. Geniş tarladan üç ayrı yol ayrılır. Seyreden resmin köşesinde veya tarlada patikanın sonunun ve ufkun nerede olduğunun bilinmezliğiyle sarsılır. Geniş açık tarlaların normal perspektif kurgusu tersine dönmüştür. Çizgiler resmin önünde buluşmak için ufuktan kaçar. Vincent bu resmi yaparken önünde malzemeleriyle ufka doğru yükselen iki yolun böldüğü buğday tarlasının -üçüncü yol resmin sağ alt köşesinde kalmıştır- karşısında yere çöküp önce sola sonra sağa iki kez ateş eder. Kara kuşlar ölümü simgeler. Fırtınalı alçak gökyüzünde uçuşan kargalar ve gökyüzünde belirgin mor fırça vuruşları izleyende hüzne yol açar.

29 Temmuz 1890'da kendini vuran  ve son sözleri 'İmkansız, imkansız' olan Van Gogh iki gün sonra ölmüştür. Ölümünden sonra üzerinde bulunan, kardeşine yazdığı ama göndermediği mektupta "Kısaca sanat uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum ve bu yüzden aklımın yarısını yitirdim." diye yazılıdır.

Kaynaklar:

1- Edgü, Ferit, Van Gogh Yüz yıl Sonra, Ada Yayınları, İstanbul, 1990.
2- Frank, Herbert, Van Gogh, Alan, İstanbul, 1985.
3- Vincent Van Gogh, Theo'ya Mektuplar, çev: Pınar Kür, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996
4- Walter, Ingo, F., Vincent Van Gogh, Vision and Reality, Benedikt Taschen, Köln, 1993

NALAN YILMAZ, 21 Mayıs Pazartesi 2001, Hürriyet, Agora

**********

'Tabi ki 19. yüzyılın tek melankoliği Van Gogh değil! Romantikler ve Sembolistler' adlı araştırmamda:
19. yüzyıl
romantik şairlerinden: Novalis, Shelley, Keats, Leopardi, Nerval, Hölderlin, Chateaubriand ve Lamartine, düşünürlerinden: Schelling ve Schopenhauer,
19. yüzyıl
sembolist şairlerinden: Edgar Allan Poe, Baudelaire, Lautreamont ve Rimbaud ve 19. yüzyıl düşünürlerinden: Kierkegaard ve Nietzsche gibi melankoliklere yer verdim.


Bu blogdaki Van Gogh ile ilgili yazılarım:

Van Gogh’un Kaygısı
Yıldızlı Gece
Vincent van Gogh'un ilk dönem resimlerinden: 'Patates Yiyenler'
Loving Vincent
Empresyonizme İlk Tepkiler 
19. Yüzyıl Batı Resminde Melankoli
Van Gogh Kızları
Sanatçı, Sembol ve Algı
Sembolist Manzara

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

8 yorum :

  1. sagopa kajmer nerde?

    YanıtlaSil
  2. isimsiz gzl solemiş sagosuz işe başlanmaz :)

    YanıtlaSil
  3. Sizin aklınız yok he :)

    YanıtlaSil
  4. O kadar güzel bir anlatım ki... Çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de okuduğunuz ve yorumunuz için teşekkür ederim.

      Sil
  5. ödev için lazımdı..

    YanıtlaSil
  6. tebrik ediyorum sizi .... güzel araştırma. herkes anlamaya çalışsa da insanlarımız gelişse.... bugün 700 kişiye verdiğim eğitimin içeriğinde bu konu vardı çok güzel sorular geldi: özellikle farkına varamama, bilememe, beceriksizlik, yaratıcılık,uyku hali, uykusuzluğun sonucu davranış bozuklukları ve estetik, algı ile ilgili idi çoğu soru... soruları soranlar 22-30 yaş arası idi.
    nörolog.
    www.altis.gen.tr

    YanıtlaSil



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...