10 Haziran 2008 Salı

Max Beckmann ve Ruhun Acıları

1884 yılında Leipzig’de doğup 1950 yılında New York’da hayata veda eden Max Beckmann 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olarak kabul ediliyor. Birinci dünya savaşında gönüllü olarak sağlık hizmeti yapan sanatçı savaş ortamından ve ölüme yakınlıktan dolayı ruhsal olarak çöküntüye uğradı. Frankfurt’ta, Berlin’de ve Amsterdam’da çalışmalarını sürdürdükten sonra 1940 yılından ölümüne kadar New York’da yaşadı. 1980’den itibaren New York’ta, Zurih’te, Roma’da, Valencia’da, Madrit’te, Münih’te ve Paris’te açılan retrospektiflerinin ve sergilerinin ardından onun resimlerine gösterilen ilgi de arttı. Beckmann’ın hayatı ve sanatı hakkında pek çok kitap yazıldı. Günlükleri, mektupları ve kısa yazıları yayınlandı...

Alman ressam Max Beckmann büyük tuvallerde döneminin olaylarını, savaşları, eğlence dünyasını, İncilden ve Yunan mitolojisinden karakterleri; daha küçük boyutlularda ise portreleri ve manzaraları resimlerine konu olarak seçti. Beckmann Dostoyevski, Schopenhauer, Nietzsche ve Richard Wagner gibi yazarların, filozofların, müzisyenlerin eserleri ve sonsuzluk üzerine kafa yoran derin düşüncelere sahip ve ruhsal yönü güçlü biriydi. Pek çok çağdaşının aksine soyut yerine figüratifi tercih ederek doğanın özünü ve nesnelerin ruhunu ortaya çıkarmaya çalıştı.

Sanatçının keskin açılı, belirgin hatlı, eğik düzlemli biçimlerden oluşan gerilimli, huzursuz edici ve çarpıcı atmosfere sahip sekiz yüzden fazla resminden -Gece, Sinagog, Aile Tablosu ve Çıkış, Akrobatlar, Aktörler, Karnaval triptikleri gibi...- başka Gün ve Düş, Berlin Seyahati ve Cehennem gibi grafik çalışmaları da vardır. 1925’e kadar Beckmann’ın sanat kariyerinde önem taşıyan tuval resimlerinin, çizimlerinin ve baskılarının yanında suluboya ve pastelleri çok az yer buldu. 1920’lerin ortalarından itibaren Frankfurt’ta Profesör olarak dersler verdi ve kültürel hayatta etkili oldu. Aynı tarihlerde kağıt üzerine çalışmalarını artırdı.

1922 yılında yaptığı Morg’da savaşın, kan dökülen ortamın sanatçının üzerinde bıraktığı etkiyi görmek mümkün. Kendi kuşağının diğer sanatçıları gibi yaşadığı yılların göze çarpan özelliğini yani ölümü gösterir bu resimle Beckmann. Tabut taşıyıcıları sedyelerden ölüleri kaldırarak tabuta yerleştirirler. Ölülerin en kötü yaraları sargıların altında gizlenmiş. Savaşın getirdiği durumdan dolayı işlerini çabuk yapmaları gerekiyor: duygusallığın ve acımanın zamanı değil. Bej renk üzerinde figürlerin konturları siyahla belirginleştirildiği için ölümün dehşetini ve gerçekliğini vurgulayan sert bir görünüm, eğri biçimler ve keskin açılar oluşmuş.

1928 tarihli Fänn Schniewind’in Portresi’nde yakası açık mavi elbiseli, iri kahverengi gözlere sahip zarif ve kırılgan genç bir kadın görülüyor. Resimde mavi rengin dışında toprak ve kahve tonları dikkat çekiyor. Daha sıcak tonların kompozisyona canlılık kattığı 'Bir sahil Kafesinde Quappi Portresi’nde nesnelerin etrafı siyah konturlarla belirginleştirilmiş. Genç kadın dalgın görünüyor olsa da hem kendisinin hem etrafının aydınlığı güzel bir anın resmedildiğini belli ediyor. Beckmann 1934-35 tarihli bu resimde ikinci eşinin portresini yapmış. Mükemmel keman çalan, kendisinden daha genç olan ve iyi bir aileden gelen çok sevdiği Mathilde von Kaulbach sanatçının hayatını olumlu yönde değiştirir. Savaş resimleri yaparken “o bir melek” dediği Quappi sayesinde daha neşeli ve hayattan zevk alan birine dönüşür. İç mekan tasvirli resimlerinden Kafe’deki Kadın’da günün moda kıyafetleri içinde bir kadın ve yanında bir adam, Atölye adlı suluboya çalışmasında duvara dayalı resimler, sandalye, üzerinde fırçaların ve boyaların olduğu masa göze çarpar.

1930’lar Beckmann için hareketli yıllar oldu. Eşi Quappi’yle sık sık seyahatlere çıktı. Gezilerde kağıt üzerine suluboya çalışmak daha uygundu. Bu resimlerinde yer alan konular Bavyera’nın yukarısından ve Kuzey Denizi’nden pek çok manzaralar, plaj görünümleri -Kumsalda Şemsiyeler Altındaki Kadınlar-, günlük hayat sahneleri, mitolojik karakterler, portre ve natürmorttur. Büyük boyutlu resimleri kadar ünlü olan 'Odysseia ve Siren' ile 'Europa’nın Kaçırılışı' adlı mitolojik konulu suluboya çalışmaları 1933 tarihlidir. Odysseia ve Siren’de direğe bağlı Odysseia ile karşısındaki kayalıkların üzerinde gövdesinin yukarısı kadın aşağısı kuş olan güzel sesli siren duruyor. Efsaneye göre Odysseia’nın gemisindekilerin kulakları sirenlerin şarkısını duymasınlar diye balmumu ile tıkalıdır. Bir tek Odysseia sirenleri duyar ama büyülenip yanlarına gitmemek için Kirke’nin öğüdünü dinleyerek kendini direğe bağlatır.

Sulubuya ve pastellerde sanatçı o anda ve kendiliğinden ortaya çıkanlara yer verirken aynı zamanda çevresindekilere karşı dikkatli bir gözlemci gibi de çalışmış. Savaş sonrası karanlık geleceğin habercisi olan, ruhun çağdaş dünyadaki acılarını yarı gerçekçi yarı alegorik gösteren, belirsizliği ve Beckmann’ın kişisel dünya görüşünü yansıtan gerilimli büyük eserlerine oranla bu çalışmalar daha yumuşak, daha rahat ve daha deneysel. Yüzerken, tenis oynarken ve kayak yaparken görülen figürlerden Beckmann’ın sportif yanı olduğu da anlaşılıyor.

Nalan Yılmaz, 'Bilbao Guggenheim Müzesi’nde Max Beckmann’ın Suluboya ve Pastel Resimleri', 18 Temmuz 2006,  Lebriz Sanal Dergi

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...