2 Mayıs 2009 Cumartesi

Düşlerle Karışan Mitolojik Düşünce Parçaları 1

Ne güzeldir yaşamak Beethoven'in dokuzuncu senfonisinde. Ne güzeldir Rimbaud'nun Nietzsche'nin dizelerinde. Ne güzeldir ruh hallerini yansıtan satırlarda. Ne coşkuludur Van Gogh'un renklerinde, Dionysos'un şenliklerinde. Ne güzeldir Miro'nun, Friedrich'in, Klee'nin, Chirico'nun düşselliginde. Ne güzeldir yaşamak içine çeken Oneiros'ta.

Felsefe okullarında tartışılan gerçek. Yaşam ve anlamı. Bağlanınca körü körüne eskiye ve yeniye. Geçmiş ve gelecek arasında dönüp durmak çemberin içinde ya da safdışı birakıp aklı -Nietzsche gibi- içgüdülerle yaşamak sadece.

Penelope'nin gündüz örüp gece söktüğü bir türlü tamamlanamayan bezi gibi bahaneler uydurmak istenmeyenlere. Kurduğu, yarattığı kapalı evreninde önce kendini kandırır mazaretler üreten. Gün gelir ne kendisi ne de başkaları yutmaz olur tüm bunları. Yüzleşmek gerekir korkularla dışsal bir değişim etkisini göstermeden...

Kırlarda, dağlarda Dionysos gibi 'ehoy' diye bağırarak kendinden geçtiğinde şarap şişesi elinde, kamaştıran ışık gözlerinde. Yalnız değilsin. Özgürlüğe ve yaratıcılığa ulaşırken Euhios ve alayı yanında yol gösterici gerçek ile gerçeküstü ayrımında.

Nereye gittiği belirsiz bir yol ikiye ayrılınca şarap tanrısının fısıltısına kulak verip girilir doğanın derinliklerine.

Görerek Bromios'u elindeki şişeyle ve sarmaşık kozalağıyla, mainadlari, satirleri, kötü seslerden arınmış sihirli bir melodiyle, kötü renklerden arınmış büyüleyen görüntülerle içilen şaraplar bitmek bilmeyen arayışlarda. Bu renklilikte düşüncelerden sıyrılıp sadece kendine uyanı düşlerden gelen.


Beyazlı siluet, boğa başlarıyla süslenmiş friz bloğu altında muhteşem sütunun yanında beliren. Başında sarmaşık çelengi, asma bahçeleri arasında adına adanmış tapınak. Bırakmıyor çağları, bırakamıyor. Binlerce yıl ötesinden gezinirken evinde, görünüyor görkemiyle kendini düşleyenlere. Gülümsüyor içeri çağırıyor tanıdığını belli ederek. Fark edince sessizliği bozacak sesleri kayboluyor aniden.

Oluşturur sessizliği bin bir çeşit ses dağlardan süzülüp gelen. Şekillenmiş belirsizlik ormanların içinden. Yakarışlar, bağırışlar, coşup kanatlanmış sesler. Ulaşır önce yüreğine sonra kulağına. Bir tanrısallığı hissedince korkuyla heyecan karışır birbirine. Hayvansı, garip şarkılar. Ellerin başında çığlık atmaya hazır sessizliğin çığlığında. Kahkahalar kalabalıktan, kendinden geçenler. Önde beyazlı, sarmaşık çelenkli, unutturan acıları, yol gösterip ulaştıran yaratıcılığa peşindeki çılgın kadınlar, parçalanan hayvanlar içgüdülerin zaferiyle. İçilen şaraplar üzüm bağlarından, bir düş gibi zamansızlıkta asılı kalan takipsizlik.

Wagner'in coşturan müziginde, Dionysos'ca bir dürtüyle kımıldanır ruh sindiği derinliğinden. Kaldırır başını hafifçe, kurtulmak istemese de düşlerden, silkelenir kendince. Umutsuz yüreğine sıçrayan kıvılcım yetecek midir körüklemeye? Anlamsızlıkların peşinde insansı varoluştan kurtulmaya bir kıvılcım neşeyle gelen çikaracak mıdır ruhu dışarıya? Bir yuvarlak çizip evrende dolaştıracak mıdır? Ya da sadece insanin beyninin evrenin de haritasi olduğunu verilmiş bir bilgi olarak değil hissederek anlamak yeterli midir?

Çekmeseydi bunca acıyı göndermezdi Erinysleri. O Erinysler ki çıldırtır peşinde sonsuz kovalamacada.

Ne dolaşıp durur yukarılarda Hyperion gibi. Dönmeli kötülükler alemine. Korkak denir böylesine baktığı için uzaklardan.

Hyperion'un kızı batarken yaşanmışların derinliklerinde gelip gitmeler. Karanlıklara vuran ışıklarda arayışlar neyi olduğunu bilmeden huzursuzluk sonrası rahatlamayı belki. Selene sanki askıda Pontos'un üzerinde tutsa da Hyperion çağırıyor karanlık derinlikler. Selene düşmek üzere çağırıldığı yere.

Poseidon'un kabarttığı azgın Pontos derinliğe çeker yüzeyinde yüzenleri. Dalgalarını gönderip içeri alır bütünleşmek için. Geri bıraktığında artık nesne özümser pontosu.

Uçsuz bucaksız Pontos'ta İno'nun eşliğinde, sadece Poseidon'un krallığını düşlerken görünür birden üç çatallı zıpkını, altın yeleli atları ve etrafında hoplayıp zıplayan deniz yaratıklarıyla. Bir hayal düşsel zamanı aşıp gelen sanki, uzaklardan denizin dibindeki altın sarayından. Oysa uzakta değil sadece zihinde beliren bir görüntüde.

Zeus'un çakan şimşeğiyle aydınlık ara sıra kuduran sessiz deniz birleşir içteki fırtınayla. Sorulmalı Poseidon'a kızgınlığının sebebi. Bulunur belki ortak bir nokta köpüren dalgalarda. Sakinleşirse eğer, durulursa yüzeyi belki ikna olunabilir içine girmek. Zeus'un dağına bakan durgun denizin içinde, günün erken saatlerinde, henüz kimseler inmemişken kumsala büyülü bir ortam yaratıp çağıran sise dogru yüzmek, başka boyutlardan gelen müziğin eşliginde.


Ak köpükten türeyen Aphrodite, güzelliğe can veren. Eros'un yardımıyla sevgi salan yüreklere. Himeros'u yanından ayırmayan. Vurulamıyor yaşam on ikiden. Ok yarılıyor giderken.

Beyaz teni, biçimli bedeniyle bir Aphrodite gibi, tablolarından fırlamış Botticelli'nin. Yüzünde hafif bir gülümseme, güzelliğini umursamaz bir tavırla dolaşıyor ortalıkta.

Oturmuş çiçekler arasında bir Nympha seyrediyor renkleri; sarı, turuncu, pembe, kırmızı. Yeşil ve mavinin karıştığı uzaklara bakıyor. Koklarken mor çiçeği hissediyor bütünleştiğini güzelliklerle. Başında oluşan haleden habersiz kaybetmiş kendini doğanın büyüsünde.

Güneşin parıltısı saçlarında, koşuyor yamaçlarda, üzerinde mavi ince bir elbise. Tanrıçalar tapınaklarda kıskanıyorlar cazibesini. Rengarenk kelebekler ve Kharitler etrafında. Çiçek çelengi boynunda, dolaşıyor Eroslar başında.

Açmasaydı meraklı Pandora kutunun kapağını dolmayacaktı acılar yeryüzüne. Kapatmasaydı zamanında kalmayacaktı umut kasvetli gezegende.

Ağlayan çocuk gibi pencerede duyulur Notos'un uğultusu. Uzaklardan eserek yaklaşır. Uğultusu ürpertse de yalnızlar alışkındır bu sese. Gördüklerini anlatır, toprağı nasıl kaldırıp savurduğunu, ardından fırtınaları koparıp getireceğini. Geldiği gibi kaybolur sonra döneceğini söyleyerek vedalaşır.Uğrayınca baş dönmeleri arada bir çarpıp bomba etkisi yapan. Sakinlikten hırçınlığa Ares'in savaşçı ruhu içine giren; saldırgan, kavgacı. Bu mudur gerçek olan? Çekilmez yapan, fırtınalar kopartan ruhta, sarsan bedeni bu mudur arayışlarda kendini, sıklıkla karşılaşılan?

Uçuşuyor tüller Uranos'tan inen. Hafiflik oluşturmuş tülleri. O tüller ki şeffaf, rengarenk gösterir ardındakini. Hey koşturup duran gövdeler yıkılın, düşün yere! Uykudaki hareketsizlik değil bu, durun öylece. Kar yağsın üzerinize, yumuşaklık sarsın bırakın ürpertiyle, kaplasın vücudunuzu masumiyetiyle.

Nalan Yılmaz, 20 Mart 2004, Hürriyet, Agora

Düşlerle Karışan Mitolojik Düşünce Parçaları 2

*****Bu sayfalardaki yazıların tüm hakları yazara aittir. Sadece kaynak gösterilerek, yazar adı ve orijinal sayfanın aktif linki belirtilerek alıntı yapılabilir ve paylaşılabilir. Nalan Yılmaz adıyla tüm yazılar 'Creative Commons Attribution Noncommercial-No Derivative Works 3.0 Unported License' altında tescillidir.  Creative Commons License

0 comments :

Yorum Gönder



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...